28 Mayıs 2023 - Hoşgeldiniz

Çanakkale'nin Dünyaya Açılan Penceresi

DENK BÜTÇEDEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’NİN EKONOMİ HAFIZASI

Artık yasalar tak diye çıkmakta, AKP-MHP koalisyon vekilleri şak diye onaylamaktadır.

15 Nisan 2022 - 18:38

1177 Kişi Okumuş
DENK BÜTÇEDEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’NİN EKONOMİ HAFIZASI

Denk bütçeden günümüze Türkiye’nin ekonomi hafızası (1)

İçinde bulunduğumuz ekonomik darboğaza nasıl geldiğimizi anlatan bir yazı yazmak istedim. Bunun için geçmişte yazdığım ekonomi yazılarından ve yeniden basılan “İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezine-Türkiye’nin Hafızası (1914-1980)” adlı kitabımdan yararlanarak kısa bir özet çıkartmaya çalıştım; Türkiye’nin ekonomik hafızasını tazelemek ve geçmişi bir kez daha hatırlamak adına…

Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihinde belli kırılma noktaları vardır. İlki, Atatürk’ün vefat yılı olan 1938’dir. Büyük Önder, Türk halkına bağımsız bir ülke; denk bir bütçe ve dolu bir kasa bırakarak ebediyete göçmüştür.

İkinci kırılma 1950 yılında gerçekleşir. Tek partili dönem, yerini Adnan Menderes’in Demokrat Parti’sine bırakır. Atatürk’ün “ekonomik bağımsızlık”  politikalarını yavaş yavaş terk eden Menderes hükûmeti, dışa bağımlı bir siyaset izlemeye başlar. Amerika, “siz üretmeyin biz size satarız” demiş, bir de üstüne yardım (!) göndermiştir. Amerikan yardımıyla birlikte yabancı mallar da piyasaya hâkim olmaya başlamıştır. Menderes, kalkınmanın önemli bir koşulu olarak kabul ettiği “kredili yatırımı” benimsemekte ve ülke hızla borçlanmaktadır.

On yıllık Demokrat Parti iktidarında Cumhuriyet’in ilk iflası yaşanmış, 1958 yılında borç erteleme isteyen ve elini kolunu IMF, Dünya Bankası ve ABD’ ye kaptıran Türkiye’de 1960 ihtilâli ile üçüncü kırılma gerçekleşmiştir. Demokrasiye kısa bir ara verilmiş ancak yeni Anayasa ile Cumhuriyet’in değerleri büyük ölçüde koruma altına alınmıştır.

Türk siyasi hayatının en büyük kırılmalarından biri 1980 ihtilâlidir… Ordu yine yönetimi ele almıştır…

İhtilâlin ardından Turgut Özal iktidarı iş başındadır. Dünyada liberal ekonomi (serbest piyasa) rüzgârları esmektedir. Türkiye’deki siyasi iktidar hemen kolları sıvar ve ithalat kapıları ardına kadar açılır. Menderes döneminde yabancılara petrol arama konusunda verilen imtiyazlar bu dönem daha da artırılır. Döviz (yabancı para) kullanımı ve taşınması serbest bırakılır.  İğneden ipliğe her şey dışarıdan alınmaktadır. Halk, yeni tanıştığı yabancı mallara büyük bir iştahla saldırmakta, Çikita muz, Anamur muzunu piyasadan silmektedir. Köylü artık “milletin efendisi” değildir. Dövizle alış-veriş ise çok sevilmektedir. Atatürk’ün kurdurduğu fabrikalarda yerli üretim yavaş yavaş durdurulmakta, Batı’nın “özelleştirin” dayatması ile dev fabrikalar ve Kamu İktisadi Kuruluşları birer birer özelleştirilme kapsamına alınmaktadır.

Gayrimenkul alım-satım ve kiralama işlemlerinde Amerikan Doları ile Alman Markı başı çekmektedir. Sıradan vatandaşın bile cebinde Türk lirasından çok yabancı para bulunmaktadır. Yaygın kanı şudur: Tonton Özal, Türkiye’nin bakış açısını medeni dünyaya yani Batı’ya çevirmekte ve Türkiye’ye “çağ atlatmakta” dır…

1993 yılı geldiğinde Turgut Özal vefat etmiş, sürdürmeye çalıştığı ekonomik sistem de tıkanmıştır. 5 Nisan 1994 ekonomik kararları ile Türk ekonomisi bir kez daha iflas bayrağını çeker. Görünen o ki; 1958, 1980 ve 1986 yılı ekonomik iflaslarında yaşananlardan ders alınmamıştır.

Türkiye, koalisyon hükûmetleri ile tarumar edilirken, ithalat çılgınlığı da hız kesmemektedir. Dolar karşısında âdeta yerlerde süründürülen Türk lirası kendi ülkesinde bile rağbet görmemektedir. Ekonomik kararların ardından ağır iflaslara neden olan dövizli borçlanmaya dayalı ticaretten ne iş dünyası ne de vatandaş bir türlü vazgeçememektedir. Halk, beceriksiz iktidarların uygulamaları sonucunda gittikçe değeri düşürülen kendi parasına asla ve asla güvenmemektedir…

1998 yılında uygulamaya konulan sıkı para politikası ve enflasyonu düşürme programı ekonomik daralmayı önlemeye yetmez. 1999 yılının Aralık ayında hükûmet ile IMF arasında yeni bir anlaşma imzalanır ancak bu da yeterli olmaz. Zaten bıçak sırtında duran ekonomi, siyasilerin birbirlerine Anayasa kitapçığı fırlatması ile çığırından çıkar. Tarih, 21 Şubat 2001. Adına “Kara Çarşamba”  denilen günde borsa çakılır, faiz fırlar, firmalar iflas eder ve ABD’ den ithal edilen Kemal Derviş ile IMF’ nin yeni bir “güçlü ekonomiye geçiş” programı uygulamaya konulur.

Türk siyasetinin en büyük kırılması “karşı devrim” 3 Kasım 2002 seçimleri ile gerçekleşir. Erken seçim sonucunda siyasi iktidar değişir ve muhafazakâr görüşlü Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iş başına gelir. IMF’ nin “güçlü ekonomiye geçiş” programı yeni hükûmet tarafından da harfi harfine uygulanır

2003-2008 arasında gösterdiği hızlı büyüme ile Türk ekonomisi dosta düşmana “bir ekonomik başarı” (!) örneği olarak sunulur. Ancak, bu “Derviş baharı” fazla sürmez. ABD’de konut piyasasında başlayan, finansal piyasaların ardından reel kesime de sirayet eden ve BM’in “yüzyılın krizi” olarak tanımladığı kriz, dünyanın tanınmış dev finans sektörlerini yutar. 2008 yılına “Küresel ekonomik kriz” damga vurur. Başbakan, “Ekonomik kriz bize teğet geçiyor!” der. Ancak “önünde sonunda Türkiye’nin kendi ekonomik krizini yaşayacağını” düşünen ekonomistler vardır. Nitekim ABD hapşırınca Türkiye nezle olur.

Paniğe kapılan bankalar kredi borcu olan şirketlere borçlarını ödemeleri için baskı yapmaya başlarlar. Karşılıksız çekler son yılların en yüksek seviyesine ulaşır, döviz ve banka kredi faizleri fırlar! Emlak, otomotiv, tekstil sektörü sallantıya girer. Firmalar batar ya da tamamen kapanır. Krizin ardından Türkiye daralma sürecine girer. IMF ile yeni bir Stand-by anlaşması için görüşmeler sürmektedir. 2009 yılı başlarında “ek vergi istiyorlardı” gerekçesiyle IMF ile görüşmeler resmen bitirilir. Türkiye kendi yağıyla kavrulmak, bütçelerini kendisi düzenlemek niyetindedir. Ancak, her ne kadar “biz IMF’ ye borç verecek” duruma geldiğimiz söylense de gerçekler hiç de böyle değildir. Türkiye adı konulmamış ya da üstü örtülen bir ekonomik krizin içine girmiştir.

2015 yılında Türk ekonomisi “gelişmekte olan ekonomiler” arasında en kırılgan ekonomiye sahip bir ülke konumuna yükselir. İyice hızlanan işsizlik ve enflasyonun yükselişine dur diyemeyen ve eldeki millî varlıkların sonuna yaklaşan hükûmet çareyi Varlık Fonu kurmakta arar. Amaç, elde kalan son değerli varlıkları teminat göstererek IMF dışında borçlanmaya devam edebilmek ve balon ekonomisini sürdürebilmektir.

15 Temmuz 2016 tarihinde kırılma içinde bir kırılma gerçekleşir. ABD destekli FETÖ (Fetullah Gülen Terör Örgütü)’nün TSK içine yerleştirilmiş olan askerleri başarısız bir darbe girişiminde bulunur. O güne kadar “beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısını söyleyen AKP ve Fetullah Gülen’in yolları ayrılmış, birbirlerine düşman olmuşlardır. Olağanüstü Hal ilan edilir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm kurum ve kuruluşlarının birer birer ele geçirilmesi süreci için uygun ortam oluşmuştur.

16 Nisan 2017 Pazar günü yapılan halk oylamasıyla “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adıyla yönetim yapısını yani “Parlamenter Rejim Sistemi” ni değiştirecek anayasa değişikliği, halkın %51,41 oranında “Evet” demesiyle kabul edilir.

2018 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında yapılan köklü değişikliklerle hükümet sistemi değişir yerine tek adamlığa dayalı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adıyla yeni bir sistem uygulamaya konulur. Başbakanlık tarihe karışmış, parlamenter sistem ve de Meclis devre dışı bırakılmıştır. Ana Muhalefet Partisi CHP ile birlikte parlamenter sistemi savunanlar sandık sonuçlarına itiraz etseler de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleriyle “Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir.”

Her ne kadar başlangıçta AKP karşıtı bir tutum içinde olsa da MHP tüm bu süreçte AKP’ye sonuna kadar destek vermiştir. Hatta Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi, türban kararı, 4+4+4 kararında da Bahçeli’nin desteği her zaman öne çıkmıştır.

AKP-MHP koalisyonu TBMM’ de tek başına büyük bir çoğunluğa ulaşmıştır. Artık yasalar tak diye çıkmakta, AKP-MHP koalisyon vekilleri şak diye onaylamaktadır. Muhalefet partileri tamamen devre dışı bırakılmıştır. Ülke artık gece yarıları çıkartılan Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ve torba yasalarla yönetilmektedir.

Devam edecek…

Tülay Hergünlü

İstanbul, 14 Nisan 2022

……………………………………………………………………………………………

Denk bütçeden günümüze Türkiye’nin ekonomi hafızası (2)

3 Kasım 2002 seçimlerinden önce 1,68 TL olan Amerikan doları, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir hızla yükselerek 12 Ağustos 2018’de %322 artışla 7,09 TL’ye ulaşır. Alman markının yerine benimsenen Avrupa para birimi Euro da dolara paralel olarak 8 TL sınırını aşar… Piyasalar yangın yerine döner, fiyatlar baş döndürücü bir hızla yükselir. Olan yine vatandaşa olmuştur.

Cumhurbaşkanı’nın “elinizdeki dövizlerinizi bozdurun, kira sözleşmelerinizi döviz cinsinden değil TL cinsinden yapın” çağrısı ve hatta bununla ilgili bir de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkartılması işe yaramaz. Dolar ilerleyen aylarda ancak 6 TL’ nin altına düşebilmiştir. Türk halkı doların 6 TL olduğu günleri mumla arayacağını bilememekte, “Yaparsa AKP yapar” zihniyetinin peşinden gitmeye ısrarla devam etmektedir.

2019 yılına gelindiğinde AKP’nin 17 yıllık ekonomi uygulamaları da Türkiye’yi düze çıkartmaya yetmemiştir. İnşaat sektörüne dayalı ekonomide paralar âdeta betona gömülmüş, iktidara yakın birkaç müteahhit zengin edilmiştir. Dış borç inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. IMF’ye olan borç ödenmiş ve bir daha kapısı çalınmamıştır ancak bu dönemde IMF’nin yerini uluslararası finans kuruluşları, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle, “Londra’daki bir avuç tefeci” almıştır.

2019 Ocak ayında yıllık enflasyon %20,35 olur. Gıda fiyatlarında yüksek oranda artışlar meydana gelir. Çarliston biber %87,87 fiyat artışı ile şampiyonluğu kimseye bırakmamaktadır. Çarlistonun ardından patlıcan, ıspanak, sivri biber ve domates gelmektedir. Devlet çareyi “tanzim satış mağazaları” açmakta bulur. Cumhurbaşkanı, 5 Şubat 2019 tarihli TBMM grup toplantısında gıda fiyat enflasyonu ile mücadele kapsamında belediyeler aracılığıyla tanzim satış yerleri açılacağını duyurur.

Vatandaş ucuz ürün alabilmek için tanzim çadırlarının önünde kuyruğa girer. Ancak küçük bir sorun vardır; 2-3 kilonun altında ürün alınamayacaktır. 70’li yılların tüp-gaz ve yağ kuyruklarını diline dolayan AKP iktidarında vatandaş, Cumhuriyet tarihinde ilk kez patates-soğan-domates-patlıcan kuyruğuna girmiştir. Büyük marketler de vatandaşı tanzim çadırlarına kaptırmamak için tanzim reyonları oluşturur. Uygulama aynıdır; ürünler kısıtlı miktarda ve zararına satılmaktadır. Ancak iktidar da suçluyu bulmuştur; stokçular… Ve patates-soğan depoları basılır. Bu arada domatesin kilosunun iktidar baskısıyla 6 liranın altında tutulduğunu da kısa bir not olarak verelim.

Tanzim satış çadırları 31 Mart 2019 yerel seçimlerin ardından bir daha kurulmaz; 13 Büyük Şehir Belediyesi CHP’ ye geçmiştir…

2019 yılının sonlarında dünyada görülmeye başlayan Covid-19 salgını 2020 Mart ayında Türkiye’ye de gelir. Tedbirler kapsamında kapanan iş yerleri, işten çıkartmalar derken salgın, Türkiye’yi ekonomik açıdan en zayıf olduğu bir dönemde yakalamıştır.

2021 yılının Aralık ayı geldiğinde dananın kuyruğu kopar; Merkez Bankası Başkanı görevden alınır ve politika faizi indirilir; gece yarısı 1 ABD doları Türk lirası karşısında ani bir yükselişle 18 lirayı görür; ardından da 13 liraya kadar geriler. Durum böyle olsa da Türk Lirası’nın dolar karşısında 19 yılda tam %971 değer kaybetmesi inkâr edilemez bir gerçektir.

Doların 18 TL’ yi görmesiyle ortalık fena karışmıştır. Birileri bir gecede voliyi vurmuştur ama kimler olduğu bilinmemektedir. Türk lirasının hızla değer kaybetmesi karşısında ithalata dayalı ekonomik sistem altüst olur. Birbiri ardına zam yağmuru başlar. AKP’nin bakanları ekranlarda doları 13 liraya düşürmelerini büyük bir “başarı” olarak anlatmaktadırlar. Sonraki günlerde dolar, azar azar yani çaktırmadan yükselerek 14 lirayı geçer. Bu arada Rusya-Ukrayna savaşı patlak verir.

AKP’nin “üretmeden tüket esasına dayalı”  ekonomik sistemi tamamen iflas eder. Buğdayını bile Ukrayna ve Rusya’dan alan Türkiye âdeta şapa oturmuştur. “Piyasalar yangın yeri” deyimi hafif kalır; piyasalar âdeta cehenneme dönmüştür. Fiyatlar durdurulamamakta, iktidar yine suçlu aramaktadır ve suçlular bulunur; beş büyük market ve stokçular… Marketlere cezalar yağar, üzerlerine müfettişler gönderilir.

2021 krizinde zam şampiyonu ayçiçeği yağı olur. Dövizin fırlamasından önce 5 Lt’si 30-35 TL civarında seyreden ayçiçeği yağının fiyatı 300 TL’ye dayanır. Piyasada yağ kıtlığı başlar. Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle yağ yüklü gemilerin gelmesi gecikir. İktidar, Tarım Kredi Kooperatif Marketleri’ni devreye sokar. Ardı ardına açılmaya başlayan Tarım Kredi marketlerinde de fiyatlar, market fiyatlarını aratmamaktadır. Geçmişte 6 lira olan domates fiyatına itiraz eden vatandaş, 25-35 liradan satılan domatesi taneyle bile alamayacak duruma gelir. Bu arada enflasyon da boş durmaz; TÜİK’e göre %61, ENAG’a göre de %123’e doğru yelken açar.

Türkiye, 2002’de bıraktığı yerden devam etmektedir.

Ancak iktidar mensuplarının bahaneleri hazırdır; salgın ve savaş…

Ekranlarda boy gösteren AKP’li siyasiler, “piyasalardaki yükselişin nedeni biz değiliz“ şeklinde açıklamalarında bulunurlar. Çöplerden yiyecek toplayan insanların sık sık basında yer almasını görmezden gelen Tarım Bakanı, “Türkiye’de aç açıkta kimse yok, tarım doyuruyor herkesi” demektedir. Hazine ve Maliye Bakanı ise “Gözlerime bakar mısınız? Ne görüyorsunuz? Ekonomi gözlerdeki ışıltıdır!” diyerek bir taraftan cambaza baktırmakta, diğer taraftan da “Kur, stabil (durağan, sabit) hale geldi, kontrolümüz altında. Tam bu ülkenin beklediği, öngörülebilir bir durumda mıyız, durumdayız elhamdülillah. Çözüldü mü bu iş, çözüldü.” diyerek, dolar kurunu 14 TL’ de tutmayı büyük bir başarı (!) olarak sunmaktadır. “Türk Lirasına güvenin, döviz kredisi, dövizle işlem yapmaktan vazgeçin.” uyarısında da bulunan Bakan, iktidarlarının imzaladığı, yolcu ve hasta taahhütlü döviz sözleşmelerini unutmuş görünmektedir.

Cumhurbaşkanı ise, “enflasyonun üstesinden geleceklerinin, fiyatlardaki yükselişin belini kıracaklarının” vaadinde bulunmaktadır. Görünen o ki sayın Cumhurbaşkanı, pahalılığa çözüm bulunana kadar zaten vatandaşın belinin kırıldığının farkında değildir. Bu durum, Dolmabahçe Sarayı’nda, sanatçılara (!) verdiği zengin iftar sofrasından da anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak; Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk halkının kucağına bıraktığı bağımsız ülke, borç bağımlısı bir ülke haline getirilmiş,  ekonomik millî değerleri yok edilmiş, dolu kasası boşaltılmıştır.  Türkiye’nin acil olarak Cumhuriyet’in kurucu değerlerine çağın ışığında geri dönmesi ve Atatürk’ün bıraktığı yerden bir kez daha kurtuluş mücadelesi vermesi gerekmektedir.

Bu kez karşısındaki düşman, “ekonomik bağımsızlık tehdidi”  dir ve Büyük Önder bu duruma; “Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi zaferler ile taçlandırılamazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.” sözleriyle dikkat çekmiştir.

Sözün özü; Sözün özü; bu ülkenin asıl sahibi biziz yani Türk milleti… Kurtuluş Savaşı’mızı taçlandırmak bizim elimizdedir.

Çalışan bunun için çalışsın.

Tülay Hergünlü

İstanbul, 19 Nisan 2022

BENZER HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK HABERLER

ÇANAKKALE KARA SAVAŞLARININ 108. YILI

ÇANAKKALE KARA SAVAŞLARININ 108. YILI

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ İÇİN İMZALAR ATILDI

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ İÇİN İMZALAR ATILDI

TBMM’NİN AÇILIŞINA GİDEN TARİHİ SÜREÇ

TBMM’NİN AÇILIŞINA GİDEN TARİHİ SÜREÇ

ÇANAKKALE’YE YENİ EMNİYET MÜDÜRÜ

ÇANAKKALE’YE YENİ EMNİYET MÜDÜRÜ

https://www.burasicanakkale.com ©  2000  - Bütün hakları Saklıdır.