Zeynep Pelin Ataman 06 Kasım 2020 - 15:44 - 16276 Kişi Okumuş
Dün Bülent Ecevit’in vefatının ondördüncü seneyi devriyesi idi.
Söz konusu değerli merhum politikacı olduğunda hayranlığımdan ve Gönen’den bahsetmeden geçemeyeceğim.
Karaoğlan’ın hayranı çoktu çocukluğumun kasabasında. Dedem, mesela… Etraftaki mitinglerine gider, anneannemin bütün itirazlarına rağmen, onun resminin ya da parti flamasının bulunduğu bir objeyi eve getirmekten mutluluk duyardı.
Bir arkadaşımın evlerinde ise, dedesi ile birlikte çekilmiş Ecevit’in imzalı bir fotoğrafı bulunurdu. Bu fotoğrafa bakmak için onların evinde oynamaya gitmek isterdim, gizli gizli arkadaşımı kıskanarak… Düşünsenize, dedesi koskoca Karaoğlan’ın arkadaşı !
Siyasi ve dini fikirlerin başkasının gözüne sokularak açık edilmesinin hoş karşılanmadığı zamanlardı. Bu yüzden ben de anne ve babama bile söylemeden hep Ecevit’i tutardım. Siyasi manevralarını, sevaplarını ve günahlarını tartabilecek yaşta değildim ama çocuk aklımla bile insancıllığını hissedebiliyordum. Hani gitsem, okuldaki saçmalıkları, ayrımcılığı meşhur ilkokul öğretmenimi anlatsam bana hak verecek gibi… O kadar iyi amca, o kadar yakın…
Bülent Ecevit’in kararını aldığı 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra batılı ülkelerin Türkiye’ye yönelik ambargoları devreye girmişti. Bunun sonucunda yaşanan enerji krizini aşmak için Karaoğlan madenlerin kamulaştırılmasına başladı. 1978 yılında çıkarılan kanun ile özel sektöre ait kömür, bor ve demir maden sahaları kamulaştırma kapsamına alındı. Aralarında Soma’nın da bulunduğu tüm bor, kömür ve demir sahaları devletin uhdesine alındı. Kanunun gerekçeleri de anlamlı idi… Özel sektör madenden kazandığını madene yatırmıyordu. Özel sektör bunu bir tekme olarak algıladı ve yıllar sonra Soma’da hıncını alacaktı.
Madenciler ile birlikte tüm işçilerin de babasıydı Karaoğlan. Bir maden kazasında madene inmiş ve işçilerle dört gün boyunca çalışmış, döndüğünde başbakan maaşından bu dört günü mahsup ettirmişti. Kimseler duymadı. Vefatında posterleri asıldı yeraltına. Dinsizlikle itham edilmiş bu insan, tüm forsuna rağmen ‘ölmeden ölmeyi’, bir işçinin yerinde olmayı yani bir dinin emrettiği empati halini sonuna kadar yaşıyordu.
Çanakkale orman yangınında sessiz sedasız, annesi Nazlı Hanım’dan kalan Üsküdar’daki evini satarak ağaçlandırma çalışmaları için bağışlamıştı. Kale’m de, yurdun altının ve üstünün her karışı gibi çok kıymetliydi Karaoğlan için…
Osmanlıyı da sağcılardan öğrenecek değildi. Hem o zaman Diriliş Ertuğrul gibi diziler de yoktu. O da ailesinin tarihi ile yetinmeliydi. Osmanlı döneminde Suudi Arabistan’da görev yapan Mekke Şeyhülislamı Hacı Emin Paşa Bülent Ecevit’in anne tarafından büyük dedesiydi. Toplam 110 bin metrekarelik alana yayılan külliye için Bülent Ecevit ve yakınları açtıkları miras davasını 2005 yılında kazandılar ve mirastan kendi payına düşen kısmını Ecevit devlete bağışladı.
Tek şartı vardı; arazi Türk hacılarının hizmetinde kullanılacaktı. Ancak görevde iken bu bağışın açıklanmasını etik olarak doğru görmediğinden siyasette faal olduğu zaman açığa çıkarmadı. Suudi yetkililerle görüşülerek Ecevit’in mülkiyetinde olan araziyi Türk hacılarının konaklamasına tahsis edilecekti. Bu yüce gönüllü bağışın şartı hiç bir zaman yerine getirilmedi. Türk hacılar kendi ceplerinden, altın kaplamalı otellerde kalmaya devam etti.
Ha, bir de çay sevdası var Karaoğlan’ın. İstese dünyanın en kaliteli çayını Hindistan’dan getirebilecek forsu varken … Hem de bir telefona bakardı akıcı İngilizcesiyle konuştuğu.. Onun vazgeçmediği Karadeniz çayı… Halkının kafasına atmadığı ama ülkesinin işçisiyle yeraltında, çiftçisiyle bir haşhaş tarlasında, memuru ile makamına oturmadan, tozlu bir dairede birlikte içtiği…
Çayınızı bugün onun ruhuna demler misiniz ?
BENZER HABERLER
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK HABERLER