28 Mayıs 2023 - Hoşgeldiniz

Çanakkale'nin Dünyaya Açılan Penceresi

yazar

Tülay Hergünlü 01 Haziran 2022 - 17:27 - 1639 Kişi Okumuş

OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE TARIM

Osmanlı’dan günümüze tarım (1)

Mustafa Kemal Atatürk şöyle der: “Kılıç ve saban; bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima yenildi.” 

Sanayi devrimini yakalayamayan Osmanlı Devleti, ne yazık ki tarımda da medeni ülkelerin çok gerisinde kalmıştır. Genç Cumhuriyet’e devredilen ekilebilir arazilerin çok azı tarıma açıktır. Bunun temel nedenleri,  nüfus azlığı, nitelikli insan sayısının düşüklüğü, üretim tekniklerinin ilkelliği ve elbette iktisadî nedenlerdir. (ulaşım, vergi politikası, sermaye yetersizliği gibi…) Geri teknoloji ve düşük verimli “Osmanlı Tarımı” nın yabancı ekonomilere bağımlı olduğunu da unutmamak gerek. Birinci Dünya Savaşı’nın etkileri ve “Millî Mücadele” döneminde (1913-1923) nüfusun daha da azalması ve toplam üretimde yaşanan önemli düşüşleri de ekleyecek olursak Türk tarımının acınası durumu ortaya çıkmaktadır.

Tarım konusuna devam etmeden önce, Osmanlı Devleti’nin son dönemine kısaca bir göz atmakta yarar var.

Savaştaki kayıplarımız, 18-35 yaşları arasında erkek iş gücünde büyük bir gerilemeye yol açmıştır. Dolayısıyla toplumda, üreticiler aleyhine denge bozulmuştur. Yedek subay kaybından dolayı da, eğitim görmüş insan kaybı daha fazladır. Ordu Sağlık Bürosu’nun raporuna göre, “Köylerin % 80’i sağlığa uygun olmayan çevrelerde kurulmuştur. Halkın yaklaşık % 14’ü sıtmalı, % 9’u frengili; köylülerin % 72’si bitli olup her an tifüse yakalanabilecek durumdaydılar. Evlerin yaklaşık % 97’sinde sağlığa uygun tuvalet ve benzeri kolaylıklar bulunmamaktaydı. İşte bu koşullarda yaşamaya çalışan halkın sadece  % 7’si okur-yazardı.”

Cehaletin ve hurafe düzeninin büyük ölçüde yerleştiği Osmanlı toplumunda ülke âdeta kadıların ellerine teslim edilmiştir. Bu cahil kadıların bilimden ne derece uzak olduklarını anlayabilmek için onlardan birinin çekirge sürüleriyle ilgili yayınladığı Emirnâmelerden bir örneği, bugünkü Türkçeyle ve sadeleştirilmiş haliyle verelim:

“Çekirge adıyla anılan kuşlar olup Tanrı kullarının yetiştirdiği ürünlere zarar verdiniz, yine Tanrı kullarının açıktan açığa şikâyet etmeleriyle anlaşılmış olduğundan uyarmak amacıyla sizlere şeriat tarafından bu mektup gönderiliyor. Bu mektubu aldığınızda ve buralardan çekilip gitmeniz gerekir, şayet gitmezseniz; her şeyi yaratan Ulu Tanrı’ya havale olunuyorsunuz.”

Günümüzde Osmanlı sultanlarının ve saray mensuplarının eğitim ve kültür düzeylerini yere göğe sığdıramayan zihniyetin, ısrarla görmezden geldiği Osmanlı toplumu işte bu haldeydi…

Gerileme döneminin ardından Osmanlı Devleti artık dağılma dönemine girmiştir. İmparatorluk hem içeride hem dışarıda yaşadığı askerî ve malî sorunlar nedeniyle zor günler geçirmektedir. Osmanlı Devleti, Rusya ile yakınlaşarak İngiltere ve Fransa ile olan siyasi ilişkilerin yeni bir boyut kazanmasına neden olmuştur. Rusya’nın tarihî emelleri nedeniyle çok fazla güvenilir olmaması, Osmanlı Devleti’nin İngiltere ile ilişkilerini geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. Elbette İngiltere durumun farkındadır ve Osmanlı pazarına girmesi için gereken şartlar oluşmuştur.

Hemen harekete geçer ve Osmanlı ile İngiltere arasında 8 Ekim 1838’de Balta Limanı Serbest Ticaret Antlaşması imzalanır. Bu anlaşmayla Osmanlı Devleti kendi gümrükleri üzerindeki egemenliğini dolayısıyla iktisadi bağımsızlığını önemli ölçüde kaybetmiş ve ülkenin sömürgeleşme süreci başlamıştır. Osmanlı pazarları yabancıların denetimine geçmiş, yabancı tüccarlar vergiden muaf tutulmuştur. Avrupa’yla girilen rekabet karşısında tutunamayan Osmanlı esnafı kepenk kapatmaya zorlanmıştır.

1838-1841 yıllarında benzer antlaşmalar Fransa, İsveç, Norveç, İspanya, Hollanda, Belçika, Danimarka ve Portekiz’le de imzalanır. Tüm bu anlaşmalarla Osmanlı’nın mali çöküşü başlamış ve sürekli borç alan bir ülke haline gelmiştir. Bu durum aynı zamanda da kapitülasyonlara giden süreci başlatmış, Osmanlı Devleti’nin zaten yetersiz olan sanayi ve tarımına büyük bir darbe vurarak Düyun-u Umumiye’ye giden yolu açmıştır. 

Düyun-u Umumiye neydi kısaca hatırlayalım:

1854’e gelindiğinde hazine boşalmıştır, Osmanlı hanedanı ise şaşaalı günlerine dönme arzusuyla kıvranmaktadır. Bizzat İngilizlerin telkinleriyle Galata’daki Yahudi bankerler keşfedilir. Böylece ilk borçlanma başlar. Borç para almanın cazibesine kendini kaptıran Osmanlı, ödünç paralarla Kırım seferi düzenler ancak sonuç Kırım’ın elden çıkması ve büyük toprak kaybı olur. Diğer taraftan Avrupa saraylarına özenen dönemin padişahı Sultan Abdülmecid,  yine borç paralarla Dolmabahçe Sarayı’nı inşa ettirmeye devam etmektedir.

30 Ekim 1875’te önce “Ramazan Kararnamesi” ile maliyenin iflası ve borçların ödenmesi konusunda hazırlanan plan ilan edilir. Nisan 1876’dan itibaren ise borç geri ödemeleri tamamen durdurulur. 1881 yılına gelindiğinde tahtta Padişah II. Abdülhamit oturmaktadır ve Osmanlı Devleti artık borçlarını ödeyemez hale gelmiştir. Sonunda moratoryum (borç erteleme ya da iflas) ilan etmek zorunda kalır. 10 Aralık 1881’de Padişah II. Abdülhamit, Muharrem Kararnamesi’ne kuzu kuzu imza atar.  Osmanlı maliyesi uluslararası denetime açılır. İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından oluşturulan “Düyun-u Umumiye” ile Osmanlı Maliyesine el konulur ve Osmanlı Devleti uluslararası iflas masasına oturtulur.

İşte Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’dan devraldığı ekonomik miras budur.

Mustafa Kemal Atatürk bu durumu; “Tanzimat’ın açtığı serbest ticaret devri Avrupa rekabetine karşı kendisini müdafaa edemeyen iktisadiyatımızı bir de iktisadi kapitülasyon zincirleriyle bağladı” sözleriyle ifade etmektedir.

Konumuz tarım olduğu için buradan devam edelim.

Tarımda düşük düzeyde toprak kullanımı, Cumhuriyet Türkiye’sinin başlıca sorununu oluşturduğundan, Atatürk’ün tarım politikasının temeli de bu sorunun ortadan kaldırılması yönünde olmuştur.

17 Şubat 1923 yılında, henüz İstiklâl Savaşı verilirken, İzmir İktisat Kongresi açılır. Mustafa Kemal, cepheden katıldığı kongrenin açılışında şunları söyler: “Arkadaşlar, kılıç ile fetih yapanlar, sabanla fetih yapanlara yenilmeye ve sonuçta yerlerini bırakmaya mecburdurlar. Nitekim Osmanlı saltanatı da böyle olmuştur. Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Romenler sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişler; bizim milletimiz de böyle fatihlerin arkasında serserilik etmiş ve kendi ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir.”

Yararlanılan kaynaklar:

-Ali Sarıkoyuncu – Mehmet Kayıran, “Atatürk, Cumhuriyet Ve Türk Tarımı: Atatürk’ün Tarım Politikası ve Sonuçları” (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/687485)

-Aytunç Erkin, “Muharrem Kararnamesi… Borçla Ele Geçirilen Devlet!” Sözcü gazetesi, 9 Aralık 2021

-Tülay Hergünlü, “İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezi’ne- Türkiye’nin Hafızası (1914-1980)”

-Tülay Hergünlü, “Amerikan Bezi’nden Amerikan Çuvalı’na- Türkiye’nin Hafızası (1981-2002)

Dr. Mehmet Kayıran, Selami Saygın  “ İzmir İktisat Kongresi” (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/837325)

Tülay Hergünlü

İstanbul, 30 Mayıs 2022

………………………………………………………………………………………………………..

Osmanlı’dan günümüze tarım (2)

Mustafa Kemal Atatürk’ün temel hedeflerinden biri de, köylüyü çiftçi yapmaktır. Bu nedenledir ki, cumhuriyeti ilan etmeden önce, 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de İktisat Kongresi’ni toplar. Kongre’ye geçmeden önce çiftçilere verdiği değerin daha iyi anlaşılması için Atatürk’ün Adana’da yaptığı bir konuşmanın kısa bir bölümünü verelim:

“Efendiler, kılıç kullanan el yorulur ve sonunda kılıcı kınına koyar, belki kılıç o kında küflenir ve paslanır. Ama saban kullanan kol, gün geçtikçe daha güçlenir ve güçlendikçe daha çok toprak ele geçirir. Çünkü milletleri vatanlarında karar kılmanın en önemli aracı sabandır. Onun için, gerçek fetihler yalnız kılıçla değil sabanla yapılandır. Kılıç ve saban, bu iki fatihten birincisi ikincisine her zaman yenildi. Milletlerimiz çok büyük acılar, yenilgiler, çok acıklı olaylar görmüştür. Bütün olaylardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsak bunun asıl gizli nedeni şundandır: Türk çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken diğer elindeki sabanla topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık.” (16.03 1923)

İktisat Kongresi ile yeni yönetimin ekonomideki yol haritası çizilir ve tarım politikasının temel ilkesi “millî ekonominin temeli ziraattır” şeklinde belirlenir. Uygulanacak tarım politikasının temel felsefesi ise Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ülkenin gerçek sahibi ve efendisi, hakiki müstahsil (üretici) olan köylüdür.” sözüne dayanır.

İzmir İktisat Kongresi’ne, “çiftçi, ticaret, sanayi ve amele” gruplarından toplam 1135 kişi katılır. “Çiftçi Grubu” 96 maddelik bir metin sunar. Bu isteklerin birçoğu köylünün üretim yapmasını engelleyen, yabancılara mahkûm kılan uygulamaların kaldırılmasına yöneliktir. Çiftçi Grubu’nun talepleri arasında Aşar vergisinin kaldırılması, tütün ekimi ve ticaretinin serbest bırakılması, tütünde Reji İdaresi’nin kaldırılması, tarımsal kredilerin düzenlenmesi, hayvan hastalıklarıyla mücadele, tarım âlet ve makinelerinin standartlaştırılması, yüksek öğretim görenlerin bir süre köylere gönderilmesi gibi çok temel istekler vardır.

Çiftçi Grubu’nun istekleri Kongre’nin “Çiftçi Grubunun İktisadi Esasları” ile “Ziraat ve Maarif Meselesi” başlıkları altında karara bağlanır ve önemli bir bölümü kısa zamanda gerçekleştirilir.

1924 yılında ilk kez bağımsız bir Tarım Bakanlığı kurulur.

1925’te yoksul Türkiye’nin en büyük vergi gelirlerinden biri olan ve ürünün onda birinin devlete verilmesini öngören “Aşar vergisi” kaldırılır. Aynı yıl tütünde yabancı egemenliğinin kurumsal yapısını oluşturan Reji idaresi kaldırılır. İlk tohum ıslah istasyonları kurulur. Ziraat Bankası yeniden yapılandırılarak tefecilerin elinden kurtarılır ve çiftçiye kredi ve destek sağlayan bir yapıya kavuşturulur. Aynı zamanda da buğday alımı ile görevlendirilir.

Günümüzdeki Ziraat Bankası’nın tarım dışı işlevselliğini düşünecek olursak; o dönemin örnek alınması ve bankanın yeniden çiftçinin/tarımın hizmetine verilmesi için acil adımların atılması gerektiği ortadadır.

1926’da şeker pancarı üretimi yaygınlaştırılarak ilk şeker fabrikası olan Alpullu Şeker ve Uşak Şeker fabrikaları açılır. 1933’te Eskişehir, 1934’te de Turhal Şeker Fabrikası kurulacaktır. *

Yine 1926’da Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri kurulur. Aynı yıl Hayvan Islah Kanunu çıkarılır. Atatürk’ün Ankara’daki Gazi Çiftliği’nde başlattığı sığır ıslah çalışmaları ne yazık ki devam ettirilmez. Devam ettirilseydi bugün hayvancılığımız bitirilecek noktaya gelmezdi.

1927’de ilk tarım sayımı yapılır.

1929’da Tarım Kredi Kooperatifleri ve 1935’te Tarım Satış Kooperatifleri Yasası kabul edilir.

1938’de buğday üretimini ve üreticisini desteklemek ve korumak için Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) kurulur. Ertesi yıl buğday ithalatı durdurulur. Günümüzde yapılan buğday ithalatı uygulamaları zaten zor durumda olan Türk çiftçisinin buğdayının elinde kalmasına ya da çok düşük taban fiyatla elinden alınmasına neden olmaktadır.

Atatürk bütün bu çalışmaların bizzat içindedir. Onu bazen bir traktörün üzerinde bazen de bir çiftliğin çalışmalarında bazen de bir köylü ile sohbet ederken görmek mümkündür. Atatürk’ün Türk çiftçisine öncülük ve önderlik etmek için kurduğu çiftlikler özellikle de Ankara Atatürk Orman Çiftliği’ndeki çalışmaları onun gerçek bir çiftçi olduğunun da göstergesidir. Atatürk aynı zamanda da çok iyi bir kooperatifçidir. Mersin Silifke’de 36 çiftçi ile kurulan Tekir Tarım Kredi Kooperatifi’nin 1 numaralı ortağıdır.

Mustafa Kemal Atatürk, ziraat konusuna verdiği önemi bizzat kendi imkânlarıyla kurduğu örnek çiftliklerle de göstermektedir. İlk olarak 1925’te başkent Ankara’da, hazin hikâyesi günümüze kadar uzanacak olan Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ)’ni kurar. Yine aynı yıl Silifke çiftliklerini, 1926’da Tarsus’ta Piloğlu ve Adana Dörtyol,  1929’da da iki kısımdan oluşan Yalova çiftliğini kurar. Tarsus, hububat, Dörtyol ise narenciye ağırlıklıdır.

AOÇ’tan kısaca bahsedelim: Çiftliğin kuruluş amacı; yeni Başkent Ankara ve çevresini ağaçlandırmak, yeşillendirmek, modern tarım ve işletmecilik tekniklerini uygulayarak çevre çiftçilerine önderlik ve öğreticilik yapmak olarak belirlenmiştir.

Ankara’nın eski belediye başkanlarından Hacı Ziya Bey,  Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, Ankara adına 20 bin hektar bir arazi bağışlamıştır. Atatürk’ün en büyük amacı büyük boyutlarda modern ve yenilikçi tarım çiftlikleri inşa etmektir. Hayalindeki çiftlik projesi için 20 bin dekarın yetmeyeceğini görür ve kendi parasıyla çevredeki arazilerden 32 bin dekar daha arazi satın alır. Böylece planladığı çiftliğin arazisini 52 bin dekara çıkartmıştır.

Arazi büyük ölçüde sivrisinek yuvası bir bataklıktır. Bataklık kurutulur ve arazi ağaçlandırılır. Çorak Ankara’da, AOÇ arazisi hem halkın nefes alabileceği bir oksijen deposu olmuş hem de her türlü tarım, bağcılık, arıcılık,  hayvancılık üretim ve eğitim yeri olarak dev bir çiftlik halini almıştır. Ayrıca çok geniş bir alan ağaçlandırılmış, halka mesire yeri olarak açılmıştır.

Atatürk’ün vefatının ardından AOÇ’ un yağmalanma süreci başlar. Orman Çiftliği’nin yönetimi, Ocak 1938’de kurulan “Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu” na devredilir. 1950 yılında yürürlüğe giren bir yasa ile “Atatürk Orman Çiftliği” adını alır. Aynı kanunla çiftliğe Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na bağlı, tüzel kişiliğe sahip bir kuruluş statüsü verilir. Bu statü AOÇ’ un talan edilmesi için gereken yasal zemini de sağlamıştır. Çok geçmeden AOÇ arazisi, çeşitli kurum ve kuruluşlara yer tahsisi ve satılması marifetiyle parçalanır. 2006’da AOÇ dâhilinde bulunan arazilerle ilgili olarak AKP’li Ankara Büyükşehir Belediyesi her türlü imar planlarını yapmaya yetkili kılınır. 2010 yılında alınan bir karar ile AOÇ ile ilgili bütün imar planları hayata geçirilir. 2011’de AOÇ’un “tarihî SİT” statüsü kaldırılır. 1. Derece koruma statüsü 3. Dereceye çevrilir. Aynı yıl çıkarılan bir kanun ile çiftlik arazisinin adalet hizmetlerinde veya Bakanlar Kurulu’nca belirlenecek kamu hizmetlerinde kullanılması için (parça parça ya da bütün olarak) hazineye bedelsiz devredilebilmesinin önü açılır.

2011 yılında Sayıştay’ın açıkladığı bir rapora göre, başlangıçta 55 bin 539 dekar olan AOÇ arazisi çeşitli tarihlerde yapılan bağış, satış ve işgaller sonucu giderek küçülmüş, 2011 yılsonu itibarıyla 33.256 dekara gerilemiştir.

AOÇ’a büyük darbe AKP döneminde vurulur. 2012’de Bakanlar Kurulu “Başbakanlık Hizmet Binası” yapımı amacıyla Gazi Yerleşkesi arazisini “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı” ilan eder. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Büyükşehir Belediyesi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ, Orman Bakanlığı ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu bir araya gelirler ve Cumhurbaşkanı için yeni bir saray inşaatı başlatırlar. Danıştay inşaatı durdurma kararı verse de uygulanmaz; 1150 odalı ve 1 milyar 300 milyon TL’ ye mâl edildiği iddia edilen sarayın yapımı tamamlanır.

Yeni saray için binlerce ağaç katledilmiştir. Kurutulan bir bataklıktan elde edilen o cennet bölge betona kurban edilerek Atatürk’ün milletine bıraktığı AOÇ’un kalan arazisinde artık bir saray yükselmektedir.

Tülay Hergünlü

İstanbul, 2 Haziran 2022

*Başta şeker fabrikaları olmak üzere Cumhuriyet’in fabrikalarının nasıl yok edildiğini öğrenmek için bknz; Tülay Hergünlü- “İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezi’ne- Türkiye’nin Hafızası- 1914-1980” ve “Amerikan Bezi’nden Amerikan Çuvalı’na- Türkiye’nin Hafızası- 1981-2002”  Klaros Yayınları 2022

 Yararlanılan kaynaklar:

-Ali Ekber Yıldırım, “Atatürk Dönemi Tarım Politikası” 10 Kasım 2020 – (https://www.tarimdunyasi.net)

-“Yaşar Semiz, “Atatürk Çiftlikleri ve Bunların Hazineye Devri (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/25785)

…………………………………………………………………………………………………………………….

Osmanlı’dan günümüze tarım (3)

“Çabuk bana bir din bul… Ağaç dini. Bir din ki ibadeti ağaç dikmek olsun!”

Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat kurduğu beş çiftlikten bahsederken bunlardan Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ)’nin hikâyesini önceki yazıda vermiştik. Bu kez Yalova Çiftliği’nden bahsedelim.

Yalova çiftliği iki kısımdan oluşmaktadır. Yalova’nın doğusunda ve sahilinde bulunan kısım Baltacı, Yalova’nın batısında bulunan kısmı Millet Çiftliği adıyla anılmaktadır. Çiftlikte zeytin dışında tarla bitkileri (yoncalık), Amerikan asma fidanlığı, bağ, meyve fidanlığı ve sebzelik vardır. Ayrıca çiftlikte sığır, koyun, tavuk ve arıcılık da yapılmaktadır.

Yalova Çiftliği’nin 220 dönümlük zeytinliği Atatürk çiftlikleri kapsamına alınınca bilimsel bir bakıma tabi tutulur. Dışarıdan yüksek kalitede zeytin fidanları getirilerek mevcut zeytin ağaçlarına katılır. Günümüzde zeytinciliğin bitirilmesi için ısrarla çıkartılan kanunları düşünecek olursak Atatürk’ün o yıllarda zeytine verdiği değer çok daha iyi anlaşılır.

Atatürk bu çiftliği çok sevdiği için çiftliğin bir köşesine küçük bir köşk yaptırmıştır. İnşaat yükselirken çınarın bir dalının kesilmesi ihtiyacı doğmuştur. Atatürk, dalın kesilmesine razı değildir.  Planda bir değişiklik yapılır ve köşk beş metre civarında doğuya doğru kaydırılır. Bu kaydırmadan dolayı köşke sonraki zamanlarda “ Yürüyen Köşk” adı verilir.

Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadar, “Kıyamet kopuyor olsa ve birinizin elinde bir fide bulunsa, kıyamet kopmadan onu dikebilirse bunu hemen yapsın!”  diyen Hz. Muhammed Mustafa’nın -selâm olsun- vasiyetini Mustafa Kemal Atatürk’ten daha iyi yerine getiren bir siyasî lider var mıdır?

Bu arada çiftliğin 2012 yılında Yalova Belediyesi tarafından, 80 dönümlük arazisinin Belediye Meclis kararıyla önce konut alanı daha sonra da turizm alanı olarak imara ve ihaleye çıkartıldığını; beş ayrı parselden satışa çıkarılan arazinin büyük bir bölümünün Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdüllaziz’e ait olan Meros firmasına satıldığını belirtmeden geçmeyelim.

Büyük çiftçi Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’daki Orman Çiftliği ile Silifke’deki Tekir ve Şövalye; Tarsus’ta Piloğlu; Yalova’da Baltacı ve Millet; Dörtyol’da Karabasmak çiftlikleri ile yine Dörtyol’da portakal bahçesinin tamamını hazineye yani milletine hediye etmiştir.

1931’de Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti tarafından ülkenin tarımsal sorunlarını ortaya koymak ve bu sorunlara çözüm yolları önermek amacıyla “Birinci Ziraat Kongresi” düzenlenir. Cemiyet, incir, üzüm, pamuk ve zeytin üretimi hakkında iki ciltlik kapsamlı bir rapor yayınlar.

1934’te tüketim mallarının üretimine ve ithal ikamesine (ithalatın azaltılıp, yurtiçinde üretilmesi) dayanan “1. Sanayi Planı” hazırlanıp uygulamaya konulur. Amaç, tarım kesimini içeren mevcut gıda ve dokuma sanayi tesislerinin genişletilmesi ve gerekli olduğu takdirde yenilerinin yapılması, yatırım ve ara malı üreten sanayilere öncelik verilmesidir.

Cumhuriyet döneminde çağdaş anlamda tarım eğitimi için Atatürk’ün direktifiyle Ankara Ziraat Yüksek Mektebi, (daha sonra Yüksek Ziraat Enstitüsü) İstanbul, Bursa, İzmir ve Adana’da birer orta ziraat okulu açılır.  Bu okullarda çalıştırılacak yabancı uyruklu profesör ve uzmanlar ile ustalar hakkında kanun çıkarılır.

Bu enstitüler yanında;  Zirai Mücadele merkezleri, hububat, pamuk, patates, mısır, ipek böcekçiliği, yonca, zeytin, incir, bağcılık ve narenciye ile sıcak iklim nebatları ıslah istasyonları oluşturulur. Tarım âletleri, makineleri ve ilaçlarının satın alınarak halka tanıtılması amacıyla 1937 yılında Zirai Kombinalar İdaresi kurulur. Ayrıca, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Kastamonu gibi büyük merkezlerde ziraat ameliyat mektepleri; haralarda hayvan bakımı, binicilik ve nalbant okulları; tavukçuluk, arıcılık merkezleri; fidanlıklar ve deneme tarlaları tesis etmek suretiyle de çiftçinin ziraat bilgisini artırmak ve desteklemek yolunda önemli hizmetler hayata geçirilir.

1920-1938 yılları arasında içlerinde; Köy Kanunu, Buğday Koruma Kanunu, Orman Kanunu, Fındık, Narenciye ve Çay Yetiştirilmesi Hakkında Kanun; Fidanlık Kanunu, İpek Böceği Kanunu, Hayvan Islah Kanunu, Ağıllar Kanunu, Yabani Ağaçların Aşılanması Hakkında Kanun, Merinos Yetiştirilmesi ve Çiftlikleri Hakkında Kanun, Pamuk Islah Kanunu, Çeltik Kanunu, Kara Avcılığı Kanunu, Tütün ve Tütün İnhisarı Kanunu ve Çeltik Kanunu olmak üzere tam 58 kanun çıkarılmıştır.

Burada önemi gereği Köy Kanunu’ndan kısaca bahsedelim. Bu yasa ile kalkınmanın köyden başlaması gereği vurgulanmış, köylere hukuki bir kişilik tanınmış ve ilk defa köy toplulukları özerk bir yapıya kavuşturulmuştur. Köye tanınan özerklik ile birlikte, seçilen yönetsel organlara ve köy halkına köy yaşamı için gerekli alt yapı ve benzeri hizmetleri yapma ve daha iyi yaşam koşulları yaratma yükümlülüğü getirilmiştir. Böyle bir yaptırımın temel özelliği, toplumu kalkınmaya, çağdaşlaşmaya ve daha iyi yaşam koşulları oluşturmaya yönelik olmasıdır. Günümüzde Büyükşehir Belediyesi statüsüne sahip otuz ildeki 16 bin 220 köy ve 1053 beldenin bir gecede nasıl ve neden mahalleye dönüştürüldüğünü yeri geldiğinde anlatacağız.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, köylünün büyük bir kısmının topraksız olması, tarımsal üretimi olumsuz etkilemektedir. Atatürk, çalışan Türk köylüsüne işleyebileceği kadar toprak temin etmeyi ve böylece memleketin üretimini zenginleştirmeyi başlıca çarelerden biri olarak görmekte “Her Türk çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa malik olması behemehâl lazımdır.” demektedir.  Hemen harekete geçilir ve köylüyü toprak sahibi yapmak için bazı kanunlar çıkarılır. 1925’te kabul edilen bir kanunla birlikte; Devlete ait arazilerin, uygun bir arazi yoksa devlet tarafından arazi alınıp köylüye dağıtılmasına başlanır. İlk on yılda köylüye 1.077.526 dönüm arazi dağıtılır. Toprak sahibi olan köylünün toprak, tohumluk, tarım araçları borçlarının yirmi yılda ödenmesi sağlanır.  İlk işletilen arazi, yeni yetiştirilmeye başlanan fidanlıklar, bağlar ve zeytinliklerden belirli bir süre için vergi alınmaması kuralı kabul edilir.

Atatürk, çiftçinin topraklandırılması konusunu Meclis açış konuşmalarında her zaman gündeme getirmekte; “Toprak kanununun bir neticeye varmasını, Meclis’in bu konuda gayret göstermesini beklerim. Her Türk çiftçi ailesinin, geçineceği ve çalışacağı toprağa sahip olması, ne olursa olsun, lazımdır. Vatanın sağlam temel ve imarı bu esastadır…” uyarısında bulunmaktadır. Topraksız halka toprak dağıtarak, ülke genelindeki verimsiz toprakların verimli hale getirilmesini, böylelikle hem tarımın kalkınmasını hem de köylünün ekonomik özgürlüğüne kavuşmasını amaçlamaktadır.

Ülkede nüfusa göre yeterince tarıma elverişli toprak vardır. 1929 yılında bir kanun çıkarılır; “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu”.  Ancak savaşın neden olduğu olumsuzluklar ve dünyadaki ekonomik buhranın Türkiye’ye yansıması sonucunda kanun, uygulanamaz. 1930 yılında “Arazi Tevzi Kararnamesi” çıkarılarak devlet arazilerinin bir bölümünün dağıtılması düşünülür ancak bunda da başarı sağlanamaz.

1934’e gelindiğinde topraksız ya da az topraklı köylüyü toprak sahibi yapmayı amaçlayan bir kanun daha çıkarılır; “İskân Kanunu”.  Bu kanunla ikiden çok nüfuslu ailelere 6-l5 hektar arasında toprak ile çift hayvanı, araç-gereç, tohumluk, ahır, samanlık gibi yerlerin verilmesi öngörülür. Aynı yıl çıkarılan Tapu Kanunu ile de sahipsiz toprakları imar edenlere bedelsiz tapu verilmesi hedeflenir. Önceki yıllarda isyanları ve aşiret düzenini kırabilmek için Doğu’da yaşayan Kürt aileler Batı’ya göç ettirilmiş; Batı’daki aileler de Doğu’ya gönderilmişti. İşte bu İskân Kanunu, Batı’dan ve Doğu’dan göç ettirilen ailelere de Devlet tarafından toprak dağıtılmasını öngörmekteydi. Ancak bu yasa da tıpkı öncekiler gibi başarılı olamaz.

Tülay Hergünlü

İstanbul, 5 Haziran 2022-06-02

 Yararlanılan Kaynaklar:

Ali Ekber Yıldırım; Atatürk Dönemi Tarım Politikası, 10 Kasım 2020 (https://www.tarimdunyasi.net)
Yaşar Semiz, Atatürk Çiftlikleri ve Bunların Hazineye Devri (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/25785)
https://ataturkilkeleri.deu.edu.tr/pdf/dergisayi6-7/cilt2_sayi6-7_turkan_cetin.pdf
Kâmuran Ardıç; Atatürk’ün Tarım ve Orman Sevgisi ve Tarım Alanındaki Gelişmeler (https://belleten.gov.tr/tam-metin/1953/tur)

Atatürk dönemi tarım politikası


Ziraat Fakültesi – “Atatürk ve Tarım” http://ziraat.akdeniz.edu.tr/ataturk-ve-tarim
Tülay Hergünlü;  İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezi’ne-Türkiye’nin Hafızası-1914-1980

……………………………………………………………………………

Osmanlı’dan günümüze tarım 

 “Toprak o kadar cömert ki, dökülen her damla alın terinin karşılığını verir.”

Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk: “Toprak o kadar cömert ki, dökülen her damla alın terinin karşılığını verir.”

24 Ocak Kararları ile ithalatın kapıları tamamen açılmış, iğneden ipliğe yabancı mallar raflardaki yerini almaya başlamıştır. Maliye Bakanı İsmet Sezgin basına yaptığı bir açıklamada, “dünyada yiyecek maddesi ithal etmeyen birkaç ülkeden biri olan Türkiye’nin bu özelliğini Cumhuriyet tarihinde ilk defa bu yıl kaybettiğini” söyler.  Türkiye, içinde bulunduğu şartlardan dolayı yağ ve şeker de ithal etmeye başlayacaktır. Haziran 1980’de Osmanlı’dan bu yana devam eden buğday ve ekmek fiyatları üzerindeki devlet kontrolü kaldırılır, vatandaş belediyelerin ve fırıncıların insafına bırakılır.

Turgut Özal iktidarının ekonomik reformları ithalat kapısının genişletilmesiyle devam eder. Tarım destekleri sınırlanır, faizler serbest bırakılır. Gümrük vergileri düşürülür. Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’ye, Hollanda’dan uskumru ithal edilir. Bu yıl sebze ithali de serbest bırakılır. Tarımda kendi kendisine yeten yedi ülkeden biri olan buğday ve sebze ambarı Türkiye, dışarıdan sebze satın alacaktır. Elbette bu daha başlangıçtır. İlerleyen yıllarda işin sonu, hayvan yemi satın almaya kadar gidecektir.

Turgut Özal, Türkiye’deki özelleştirmelerin ağa babasıdır. Devletin ticaret hayatından çekilmesini, bu sahanın özel sektöre bırakılmasını savunmaktadır. Zarar eden (!) Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT)’nin bu yolla elden çıkartılması gerektiğini, aksi takdirde ekonominin düze çıkamayacağını düşünmektedir; özelleştirme çalışmalarını başlatır.

Cumhuriyet’in tarımsal dönüşüm projesi, dört ayaktan oluşmaktadır: Toprak sahibi olan, modern tarım tekniklerini bilen ve uygulayan, ürettiğinin katma değerine sahip çıkan ve aydınlanma projesinin bir parçası olan köylü… Köylüyü Cumhuriyet rejiminin sahibi haline getirmeye yönelik bu projenin araçları sırasıyla, toprak reformu uygulaması, kamusal üretim çiftlikleri (devlet ziraat işletmeleri, devlet üretme çiftlikleri, tarım işletmeleri zinciri), kooperatifler ve köy enstitüleri… Tarımsal kamu yönetimi bütünü içinde oluşturulan Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) içinde Toprak Mahsulleri Ofisi, Zirai Donatım Kurumu, Süt Endüstrisi ve Et Balık Kurumu, Şeker Fabrikaları, Çay İşletmeleri, Tütün İşletmeleri, Ziraat Bankası ve benzeri kuruluşlar üreticiye girdi sağlayacak, üretilen girdinin pazarlanması ve işlenerek sanayi ürünü niteliğine dönüşmesini organize edeceklerdir.

Tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım’a kulak verelim:

“Tarımda yeniden organizasyon adı altında 1985 yılında başlatılan çalışmalarla kurumsal yapı dağıtıldı. Tarım alanında faaliyet gösteren devlet kuruluşlarının özelleştirilmesine ise, 1992 yılında başlandı. Ziraat İşleri, Zirai Mücadele, Toprak-Su, Gıda İşleri, Veteriner İşleri gibi alanında uzmanlaşmış kurumların hepsi kapatıldı veya başka kurumlara bağlandı. Etkisizleştirildi. Tarımı besleyen ana damarlar kesilmiş oldu.

Dünyanın aksine Türkiye’de özelleştirme tarımla başladı. Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Yem Sanayi özelleştirilerek üretimi destekleyen kurumlar ortadan kaldırılınca ve bir yandan da ithalat kapıları açılınca hayvancılık çöktü. Doğu ve Güneydoğu’da başlayan terörün de etkisiyle hayvancılık yapmak daha da zorlaştı. Canlı hayvan ve kırmızı et ihraç eden Türkiye, ithalat yapan ülke konumuna düşürüldü. Zirai Donatım, TEKEL, Şeker Fabrikaları, Türkiye Gübre Sanayi (TÜGSAŞ) gibi hem üretimi doğrudan ilgilendiren hem de girdi sağlayan kurumlar da özelleştirilince bitkisel üretim de büyük yara aldı.

Ülkede yaşanan krizlerin faturası tarıma kesiliyordu. Örneğin 1994 Krizi yaşanınca dönemin Başbakanı Tansu Çiller, tarımsal destekleme kapsamındaki ürün sayısını 26’dan 9’a düşürdü. Tarımın en çok desteğe ihtiyacı olduğu dönemde destekler kesildi. Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği anlaşması yapıldı. Tarıma ilişkin tavizler verildi.

Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası, 1990’lı yılların sonuna gelindiğinde tarım politikalarını belirleyecek, tarım ürünleri fiyatına bile müdahale edecek kadar ipleri ele geçirdi. Tarımda Reform Uygulama Projesi (ARİP) Dünya Bankası Projesi olarak 1999 yılında uygulamaya konuldu. Proje kapsamında Çiftçi Kayıt Sistemi’nin oluşturulması, üretimden bağımsız olarak Doğrudan Gelir Desteği uygulamasına geçilmesi, 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri Yasası ile ‘özerklik’ adı altında birliklerin tasfiyesi, etkisiz hale getirilmesi öngörüldü. Büyük oranda da başarıya ulaştı. Bu yasayla Tarım Satış Kooperatiflerine devlet tarafından mali destek yapılması yasaklandı. Tarıma yönelik birçok destek kaldırılarak, doğrudan gelir desteği adı altında üretime değil, üretmemeye destek sağlandı.”

Yıllardır kapısında beklediğimiz AB, 6 Mart 1995 tarihinde Türkiye’yi Gümrük Birliği’ne dâhil etti. AB ülkelerinin, birliğe girdikten sonra imzaladığı Gümrük Birliği Anlaşması’nı Türkiye’ye, AB’ ye girmeden önce imzalattılar. Yazar Metin Aydoğan bu konuda şunları söylemektedir. “Organlarında yer almadığı, bu nedenle kararlarında söz sahibi olmadığı bir dış örgütün aldığı bütün kararlara uymayı önceden kabul etmekte, karşı oy verme, kabul etmeme ya da erteleme gibi hakları bulunmamaktaydı.”

Gümrük Birliği Anlaşması, ABD ile imzalanan ikili anlaşmaların Avrupa çapında versiyonuydu.

2001 yılına gelindiğinde için için yanmakta olan ekonomi, Anayasa kitapçığının fırlatılmasıyla tamamen alev alır. Borsa çakılır, faiz fırlar, ekonomi bir kez daha dibe vurur… 21 Şubat 2001 tarihinde Türkiye, adının “Kara Çarşamba” olarak anılacağı, tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşamaya başlar. İflaslar arka arkaya gelir. Çok sayıda işyeri kapanır, 1,5 milyon civarında çalışan, işsiz kalır. Piyasalar durgunlaşır.

Büyük kriz, Türkiye’nin en büyük beyaz et entegre tesisi olan Mudurnu Tavukçuluk işletmesini de vurur. İthalatta dolarla alım devri başlayınca yem hammaddesi alınamaz; açlıktan ölmemeleri için iki milyon civciv “formaldehit” gazı ile imha edilir, yedi milyon tavuk yemsiz kalır. Krizden, fason üretim yapan köylüler de nasibini alır.

Hükûmet kanadında “Ekonomik Krize Çare Zirvesi” yapılır. Sonuç, IMF’nin de tavsiyesi olan “dalgalı kur” sistemine geçiştir. İlk günde Merkez Bankası, dolar satış fiyatını %39,75 artırır. IMF ve ABD durumdan oldukça memnundur. ABD Başkanı George Bush, Ecevit’i arayarak, “Biz Türkiye’ye güveniyoruz. …İhtiyacınız olursa hemen beni arayın!” der.

Başbakan Bülent Ecevit, Dünya Bankası Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda da Dünya Bankası’nın fakirliği azaltan (!) programlarını geliştiren ekonomist Kemal Derviş’i Türkiye’ye davet eder. Bush’u aramaya gerek yoktur; Gereğini Kemal Derviş yerine getirecektir… “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” açıklanır. Derviş’in ilk toplantısında THY, PETKİM, TÜPRAŞ ve TELEKOM’un özelleştirilmesi konusunda uzlaşma çıkar. “Kemal Derviş Yasaları” adıyla anılacak olan 15 yasa TBMM’ de onaylanır. Bu yasa maddelerinin içinde, şeker, tütün ve tuz üretimi de vardır. Yazar Metin Aydoğan’a kulak verelim:

Tarım Yasası için: “…Tarım destekleme alımlarının durdurulması, tarımdaki devlet desteğinin kaldırılması, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin tahıl stoklarını düşürmesi, çiftçi kayıtlarının tamamlanması, ormanların serbest kesim şartının gerçekleştirilmesi” konuları yer almaktadır.

Şeker Yasası için: “Şeker üretiminde, fiyatlandırılmasında ve pazarlamasında yeni usul ve esaslar getirilerek piyasalarda istikrarın sağlanacağı, şeker piyasasının Şeker Kurulu tarafından düzenleneceği, ihtiyaç fazlası şeker üretimine son verileceği, Türk insanının daha ucuza şeker tüketeceği ve bu nedenlerle şeker fabrikalarının özelleştirileceği söyleniyordu. Oysa şeker piyasalarında herhangi bir ‘istikrarsızlık’ sorunu bulunmuyordu. Şeker uranını (sanayisini) yok edecek olan Şeker Kurulu, ‘istikrarsızlığı’ gidermek yerine şeker dışalımına ve yabancıların yapay tatlandırıcı yatırımlarına izin vererek, gerçek bir dengesizlik yaratacaktı. Türkiye, şeker konusunda dışarıya bağımlı duruma getirilerek, uluslararası şeker şirketlerinin eline bırakılacak ve oluşacak yabancı tekel, Türk halkının ucuz değil daha pahalı şeker tüketmesine yol açacaktı.”

Tütün Yasası için: “Yasa önerileri içinde belki de en üzünçlü (dramatik) olanı ‘Tütün Kanunu’ adıyla getirilen değişikliklerdi. Değişiklikler o denli aykırı ve Türkiye için o denli zararlıydı ki, değişikliğe gerekçe oluşturacak hiçbir neden, ortaya koyulamamıştı… 2002 yılında, Devlet nam ve hesabına alım yapılmayacak, TEKEL’in üretim ve pazarlama birimlerinin özelleştirilmesinin alt yapısı hazırlanacaktır.”

Tuz Yasası için: “Tuz yasası ile Tuz işletmelerinde, devlet tekeli kaldırılacak, işletmelerin tamamı satılacaktır. Aynı şekilde Doğalgaz Piyasası Yasası ile doğalgazda devlet tekeli kaldırılacak, emperyalist kartellerin bu alana girebilmesi sağlanacak, elektrik piyasası ve enerji sektörü de yabancılara açılacaktır.”

Bugün özellikle de tarımda neyin yoksunuysak nedenlerinin temelinde bu 15 yasanın çok büyük payı vardır. Şeker fabrikaları,  TEKEL ve TELEKOM ile daha pek çok KİT’in elimizden çıkmasının temelinde de bu 15 yasa vardır.

Devam edecek…

Tülay Hergünlü

İstanbul, 15 Haziran 2022

 

Yararlanılan kaynaklar:

-Tülay Hergünlü;  “Amerikan Bezi’nden Amerikan Çuvalı’na-Türkiye’nin Hafızası-1914-1980” Klaros Y. 2022

-Soner Yalçın, “Saklı seçilmişler”, Kırmızı Kedi yayınları, 2017

-Ali Ekber Yıldırım, “Tarımda Özelleştirme ve Tekel’in sonu” 22 Aralık 2009 https://www.tarimdunyasi.net

-Ali Ekber Yıldırım, “Tarımdan Zenginlik Üretecek Potansiyel Var” , https://iktisatvetoplum.com

-Metin Aydoğan, Yeni Dünya Düzeni- Kemalizm ve Türkiye 2. Cilt. Say: 794, 795. Umay Yayınları, 19. baskı

Metin Aydoğan, “Kemal Derviş ve Güçlü Ekonomiye Geçiş” http://www.guncelmeydan.com

………………………………………………………………………………………………………………….

Osmanlı’dan günümüze tarım (7)

 Mustafa Kemal Atatürk: “Ormansız yurt vatan değildir”

Cumhuriyetin idealist tarım uzmanları Atatürk önderliğinde; “AK 702”, “Sertak 52”, “Yayla 305” ve “Melez 13” gibi buğday türlerini ortaya çıkarmıştır. Ülkeyi ABD’ ye bağımlı hale getirenler ise, Türk buğdayını ya da Ata tohumunu ıslah çalışmalarını devam ettirmek yerine yok ettiler. Türk milletini kanser ve pek çok hastalıktan öldürecek olan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile kısır (cüce) buğdaya mahkûm ettiler.

1972’de Dünya Bankası’nın liderliğinde, görünürde gelişmekte olan ülkelerin tarımını geliştirmek, gerçeğinde ise hibrit tohum sokuşturmak amacıyla Uluslararası Tarım Araştırma Danışma Kurulu (CGIAR) oluşturulur. İlk hedefleri Afrika olur, devamında da kısır tohumlar tüm dünyayı sarmaya başlar.

Türkiye bu kuruluşa AKP iktidarı döneminde 500 bin dolar ödeyerek 59. ülke olarak kaydını yaptırır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Araştırma Müdürlüğü (TAGEM) elinde bulunan, biri Ankara ve diğeri İzmir’de olan iki tohum bankasındaki 5-6 bin bitki ve hayvansal gen kaynağını, CGIAR’a sunmayı kabul eder.

1974’te ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, ABD Başkanı Gerald Ford’a şu sözleri söyler:

“Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin!” Birleşmiş Milletlerin Roma’da düzenlediği dünya gıda konferansında da;

“İnsanların size güvenip dayanmalarının, size bağımlı olmalarının ve bu şekilde sizinle iş birliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya bağımlı hale getirmek mükemmel bir yöntemdir.” der.

Oysaki Atatürk ne demişti; “Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada erişmeyi kolaylaştıracaktır.”

Burada Dr. Ümit Aktaş’ın makalesinden bir paragrafa da yer verelim:

“Ancak özellikle 1943’te başlayan ‘ıslah’ çalışmalarından sonra, buğday genine yabancı genler transfer edilerek transgenik buğday yaratılmıştır… Genetik mühendisliği sayesinde artık yeni tür bir buğday ortaya çıkmıştır. Ve DNA’sına baktığınızda artık o buğday değildir; hatta klasik manada bir bitki bile değildir. Genetiğiyle oynanmış yeni ‘buğdayımızın’ içindeki genlere bakacak olursanız o biraz balık, biraz da küf ve daha birçok şeydir: Buğday hariç her şeydir!”

12 Eylül askeri ortamı, küresel gıda emperyalizminin uygulamaları için çok uygundur. İşte bu firmaların Türkiye’ye girişleri, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin oluşturduğu o “uygun” koşullarda başlar. IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların önerileriyle tarıma desteği kesen iktidar, gerekçe olarak devletin zarar etmesini gösterir. Böylece fındık üreticisi başta olmak üzere tüm tarım sektöründe zor günler başlar. Çıkarılan bir yasa ile FİSKOBİRLİK de dâhil olmak üzere tarım satış kooperatif ve üretici birlikleri özerkleştirilme adı altında devlet desteğinden mahrum edilir.

Darbe ile birlikte hayatın her alanında olduğu gibi tarımda da pek çok şey altüst olur ama asıl vurucu darbe 2000 yılında IMF ile Dünya Bankası’nın kafa kafaya verip Türkiye’ye uygulattığı Tarım Reformu Uygulama Projesi (TRUP) ile gelir. Tarımsal yapı ve özellikle tarımsal istihdam görülmedik bir hızla çözülür. Bu proje 31 Aralık 2008 itibariyle resmen sona erer ancak tarımdaki durum, proje öncesinden çok daha karmaşık bir hale gelir.

3 Kasım 2002 seçimleriyle Türk siyasi hayatında yaşanan büyük kırılma ile tarımda özellikle de buğdayda dışarıya mecbur olma dönemi başlar. Turgut Özal ile başlayan Türk yerli tohumunun bitirilme sürecine, AKP iktidarı döneminde “Sertifikalı Tohum Yasası” ile son darbe vurulur ve Türkiye tıpkı, Kissenger’ın dediği gibi, gıdada uluslararası şirketlere bağımlı hale getirilir. Yine Özal ile başlayan Türk çiftçisini ithalatla terbiye etme sistemi, AKP döneminde çok daha acımasız bir şekilde uygulanır. Öyle bir zaman gelir ki buğday üreticisi daha mahsulünü kaldırmadan yurt dışından satın alınan tonlarca buğday TMO’nun depolarına indirilerek çiftçi mağdur edilir. İşte basında yer alan bir haber: “Üreticiler, Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) ve hükûmetten destek beklerken, TMO hasat ortasında iç piyasa fiyatının üstünde maliyetle buğday ithal etme kararı aldı.” Tarım yazarı ve ziraat mühendisi Faik Toy, “TMO 29.04.2022’de hem de buğday hasadına 20 gün kalmışken 480 bin ton ithal buğday ithalat ihalesi yapacak.” açıklamasında bulunur.

Buğdayda öyle oyunlar dönüyor ki işte bu da Fox Ana Haber’de 23 Ekim 2020’de yayınlanan “ithal buğday uyanıklığı” başlığıyla yayınlanan başka bir haber: “Hafta başında buğday, arpa ve mısırda gümrük vergileri indirildi, ithalatın önü açıldı. Gümrük Vergileri sıfırlanana kadar Tekirdağ limanında gemiler bekletildi. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayınlandı, tonlarca buğday silolara indirildi. En büyük alımı TMO yaptı. TMO’dan özel sektöre dağıtılan gümrüksüz buğday ile kimlerin cebi dolduruldu?”Haberde limanlara gelen TMO ve özel sektöre ait buğdayların yüklü olduğu gemilerin, gümrük vergilerinin sıfırlanacağını daha önceden haber aldıkları ve bu nedenle bekletildikleri iddiası yer aldı.

CHP Adana Milletvekili ve TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Ayhan Barut, buğday konusunda şunları söyledi:

2002 yılında AKP iktidara geldiğinde buğday ithalatı için 150 milyon dolar ödeniyordu, sadece geçen yıl 10 milyon ton buğday ithalatına 2,5 milyar dolar ödendi. Yani tam 16 kat fazla para ithalata gitti… 2004 yılında Türkiye’de 93 milyon dekarda üretilen buğdayın miktarı son yılda 68,5 milyon dekara düştü. Yani 23-24 milyon dekar buğday ekim alanı azaldı.”

Aynı durum şeker ithalatında da gerçekleşti. 2022 Mayıs ayında 400 bin ton şeker ithalatı için tarife kontenjanı açılmasına ve ithal edilecek şekerden gümrük vergisi alınmamasına ilişkin bir Cumhurbaşkanlığı Kararı yayınlandı. CHP Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan Aygun, karar sonrasında sosyal medya hesabından şu paylaşımda bulundu: “Türk Şeker’e verilmeyen ithalat yetkisi özel firmalara verildi. Kararname çıkmadan 10 gün önce ithalat başlatıldı. İthalat, Hindistan, Pakistan ve Polonya’dan! Mersin Limanı’nda 2 gemi, Tekirdağ’da 1 gemi 40 bin tona yakın şekeri boşalttı. Vatandaş fakirleşiyor, birileri uçuyor!”

Bu haberle ilgili olarak Sözcü Gazetesi yazarı Murat Muratoğlu, “Şeker fabrikalarını satıp şeker ithal etmek” başlıklı yazısında şu ifadelere yer verdi: “Bu yıl 400 bin ton şeker ithalatına 320 milyon dolar ödenecek. Kırşehir Şeker 48 milyon dolara, Yozgat Şeker 40 milyon dolara, Niğde-Bor Şeker 49 milyon dolara, Çorum Şeker 76 milyon dolara, Turhal Şeker 82 milyon dolara satıldı. Toplam 295 milyon dolar. Sattığımız fabrikaların paralarının üstüne 25 milyon dolar daha koyarsak bu yıl için ihtiyacımız olan şekeri ithal edebileceğiz.”

Ne hazin değil mi?

Bugün bitirilen Türk tarımı ile Atatürk döneminde fabrikalar kurulabilmekteydi!

Tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım’a kulak verelim: “AKP iktidarı dönemine genel olarak bakıldığında önemli yasal düzenlemeler yapıldı. Tarım Kanunu, Tohum Yasası, Biyogüvenlik Yasası ve daha birçok yasa çıkarıldı. Üretimin değil, ithalatın desteklendiği; yüz binlerce kişinin tarımdan çekildiği; aile işletmeciliğinin tasfiye edilerek yerine şirket tarımının egemen kılındığı bu dönemde çiftçi para kazanamamaktan, tüketici gıda ve tarım ürünlerini çok pahalıya almaktan hep şikâyetçi oldu.

Tarım toprakları en çok bu dönemde amaç dışı kullanıma açıldı. Acele kamulaştırmalarla tarım toprakları ranta açıldı. Duble yollar ovalardan geçirildi. Zeytinlikler yok edildi. Koruma altına alınan ovalara termik santral kurmak için ihale üstüne ihale yapıldı. Sadece tarım toprakları değil, Hidro Elektrik Santralleri ile dereler kurutuldu.

Üretimden uzaklaştırılan Türkiye, tarımda hemen her ürünü ithal eder duruma geldi. Kendi kendine yeterli olabilecekken tarımda kendi kendini âdeta imha ediyor. Bu nedenle ithalat bağımlısı bir ülke oldu. Sadece mazot, gübre, ilaç, tohum, yem ve diğer girdilerde değil, tarım hammaddeleri ve gıda ürünlerinde de ithalatçı oldu. Tarıma verilen desteklerin ve kredilerin de önemli bölümü ithalata yani başka ülkelerin çiftçilerini desteklemeye harcanıyor.

Türkiye’de yüksek girdi fiyatlarıyla üretim yapan çiftçi, ürününü çoğu zaman maliyetin altında satmak zorunda bırakılıyor. Ürün çiftçinin elinden çıktıktan sonra fiyatı katlanarak artıyor. Tüketici satın almak istediğinde pahalıya alıyor. Üreticide ucuz olan tarım ürünü, tüketiciye pahalıya satılıyor. Üretici ile tüketici karşı karşıya getiriliyor. Birileri üreticinin ve tüketicinin üzerinden para kazanıyor.”

Geldiğimiz noktada Covid-19 salgını ve Ukrayna-Rusya savaşında yaşanan buğday sıkıntılarını; koskoca bir tarım ambarı olan Türkiye’nin savaşta olan bu iki ülkeye bağımlı hale getirilmesinin arkasında nasıl bir plan olabilir?

Neden tarım alanları uluslararası maden araştırma şirketlerine açılıyor? Neden tarım arazileri sanayi bölgesi yapılmak isteniyor? Neden meralar yapılaşmaya açılıyor? Neden Çukurova’nın pamuğu, buğdayı, Ege’nin zeytini, Trakya’nın Ayçiçeği bitirilmek isteniyor? Neden süt inekleri ardı ardına kesime gidiyor? Neden Türkiye’de binlerce dönüm arazi ekilemezken, Afrika’da, Latin Amerika’da tarım arazileri kiralanıyor? Neden altın aramak için ülkenin endemik bitki örtüsünün bulunduğu Kaz Dağları seçiliyor? Ekolojik yapıyı bozarak çevreye büyük zararı olduğu bilimsel olarak kanıtlanan Hidro Elektrik Santralleri (HES) neden ülkenin en nadide yerlerine kuruluyor? Örneğin, Karadeniz Bölgesi’nde kurulan ve kurulması planlanan onlarca HES projesi var. Çevreye duyulan ihtiyaçları göz ardı eden bu enerji üretim tesisleri hayata geçtiği vadilerde derelerin kuruması sonucunu yaratıyor. Vatandaş olarak bunları sorgulamak zorundayız.  Bu ülkenin sahibi, patronu biziz ama bizim iznimiz olmadan, bize sorulmadan ve hatta cebren ülkenin millî varlıkları birilerinin cebine transfer ediliyor…

Tarım konusu o kadar geniş kapsamlı bir araştırmayı gerektiriyor ki, hepsini buraya sığdırmamız mümkün değil. Biz bu yedi bölümlük yazıda ancak bu kadarını işleyebildik. Umarız, tarımda yıllardır sergilenen küresel oyunlara ve bu oyunlara içeriden verilen desteklere az da olsa dikkat çekebilmişizdir.

Yazımızı, 1927-1938 döneminde Cumhuriyet tarihinin en uzun süre, (4028 gün) İçişleri Bakanlığı yapan Şükrü Kaya’nın bir sözü ile bitirelim:

“Bizde köylünün ocağı tütmezse, fabrikaların bacası söner.”

 Tülay Hergünlü

İstanbul, 20 Haziran 2022

 

Yararlanılan kaynaklar

-Soner Yalçın, “Saklı seçilmişler”, Kırmızı Kedi yayınları, 2017

-Ali Ekber Yıldırım, “Tarımda reform süreci bitti mi?” www. dunya.com, 8 Ocak 2009

-https://www.umitaktas.com/makale/genetigi-degistirilmis-bugday/

 

BENZER HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK HABERLER

ÇANAKKALE KARA SAVAŞLARININ 108. YILI

ÇANAKKALE KARA SAVAŞLARININ 108. YILI

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ İÇİN İMZALAR ATILDI

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ İÇİN İMZALAR ATILDI

TBMM’NİN AÇILIŞINA GİDEN TARİHİ SÜREÇ

TBMM’NİN AÇILIŞINA GİDEN TARİHİ SÜREÇ

ÇANAKKALE’YE YENİ EMNİYET MÜDÜRÜ

ÇANAKKALE’YE YENİ EMNİYET MÜDÜRÜ

https://www.burasicanakkale.com ©  2000  - Bütün hakları Saklıdır.