Tülay Hergünlü 07 Nisan 2023 - 11:52 - 1487 Kişi Okumuş
Tarih kitapları hep Almanya’nın I. Dünya Savaşı’nda yenilmesi ile müttefiki Türkiye’nin de yenilmiş sayıldığını yazar. Ancak bu, Türk Milleti için doğru değildir. Almanların yenilmesi Türklerin de yenildiği anlamına gelmez. En azından Mustafa Kemal öyle düşünmektedir.
Sadrazam İzzet Paşa, o sırada grup komutanı olan Alman, Liman Von Sanders’e, elindeki tüm grup komuta ve koordinasyon yetkisini Mustafa Kemal Paşa’ya devretmesini bildirir. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, devir-teslim töreni için Adana’ya gelir ve on bir gün kalır. (31 Ekim 1918) Adana’da yetkiyi teslim alırken Sanders Paşa’nın; “Yenildik, bizim için her şey bitti!” sözüne karşılık, “Savaş müttefikler için bitmiş olabilir ama bizi ilgilendiren savaş, kendi istiklalimizin savaşı, ancak şimdi başlıyor.” karşılığını verir. İşte bu sözler, Adana’ da Kurtuluş Savaşı’nın ilk emri olarak kabul edilmiş ve tarihe geçmiştir. Mustafa Kemal haklıdır; Türk Kurtuluş Savaşı yeni başlamaktadır.
30 Ekim 1918’de Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri (Britanya İmparatorluğu yani İngiltere, Fransa ve Rusya) arasında Mondros Mütarekesi/Ateşkes Antlaşması imzalanmıştır. Ardından da Musul, Çanakkale Boğazı, İskenderun, Urfa, Maraş, İstanbul işgal edilmiştir. 21 Aralık 1918’de Osmanlı Mebusan Meclisi, Padişah Vahdettin tarafından, sözde yeni seçimler yapılmak üzere feshedilmiştir.
Ülke elden gitmekte ancak Osmanlı Devleti, Mondros sonrası gerçekleşen bu işgal ve imha hareketlerine sessiz kalmaktadır. Halk alttan alta kaynamaktadır. Millet olarak acilen bir şeyler yapılmalıdır. Türk milleti örgütlenir ve ardı ardına cemiyetler kurulmaya başlanır. Amaçlanan şudur: İşgal kuvvetlerine karşı direniş gerçekleştirmek ve halkı da bu direnişe ortak etmek. İşgalleri protesto etmek için miting ve gösteri düzenlemek. Basın ve yayın aracılığıyla işgallerin haksızlığını tüm dünyaya duyurmak.
Derhal harekete geçilir ve Millî Kongre Cemiyeti, Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti, İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Kilikyalılar Cemiyeti ve Sivas Valisi’nin eşi Melek Reşit Hanım tarafından Sivas’ta kurulan Anadolu Kadınları Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulur.
Anadolu’da halk örgütlenirken düşman devletleri boş durmamaktadır. Paris Sulh Konferansı’nda İzmir’in Yunanlılara verilmesi kararlaştırılır. (30 Mart 1919)
Nihayet Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya çıkmak için beklediği fırsat eline geçmiştir. 9. Ordu Komutanlığı Kıtaat Müfettişliğine atanır. (6 Mayıs 1919)
10 Mayıs 1919’da Paris Barış Konferansı’nda İtilaf Devletleri adına İzmir’in Yunanlılar tarafından geçici olarak işgal edilmesi kararı alınır.
İzmir’in emperyalist ülkeler desteği ile Yunanistan tarafından işgal edileceğini İzmirliler bilmektedir. 14 Mayıs 1919 günü İzmir’in özgür olarak yaşayacağı son günüdür. Aynı şekilde Osmanlı Rumları da durumdan haberdardır. Öteden beri hayal ettikleri Yunan ülküsü olan Megola İdea (Büyük Fikir) amacını gerçekleştirmek için heyecanla beklemektedirler. Buna karşılık memleketin asıl sahibi olan Türkler, sürekli olarak Türk Ocakları’nda toplantılar düzenlemektedirler. Bazı sivil ve subaylar ile İzmir Müdafaa-î Hukuk’u Osmaniye Cemiyeti mensupları da Sultanî (Lise) binasında toplanırlar.
Büyük direniş sürerken, Köylü gazetesinde Vali İzzet Bey’in “Bazı kötü niyetliler, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceği tarzında söylentiler çıkarmışlardır. Tekzip olunur.” şeklindeki metni yayınlanır. Vali, şehrin ileri gelenlerini toplantıya çağırarak durumu bildirir. Toplantıda bulunan İzmir müftüsü Rahmetullah Efendi direnilmemesini isteyen Vali’ye bembeyaz sakalını göstererek; “Vali Bey, bu, kanımla kırmızıya boyanabilir. Fakat alnımda Yunan alçağını sükûnet ve tevekkülle karşılamış olmanın karası olduğu halde huzur-u ilâhiye çıkamam.” der ve toplantıyı terk eder. Rahmetullah Efendi, Yunan işgaline karşı ilk isyan bayrağını çeken vatanseverlerden biri olmuştur.
Türk Ocağı’nda toplananlar aralarından bir heyet seçerek Vali’ye gönderirler. Vali, bu şahıslara yaptığı konuşmada işgal haberini kesinlikle yalanlar ve “Boşuna telaş ediyorsunuz. Heyecanınız lüzumsuzdur. Ortada endişe yaratacak bir durum yoktur. Bunlar hep İttihatçıların uydurdukları maksatlı söylentilerdir. Merak etmeyin, hükümet her tedbiri alacaktır.” diyerek itidal tavsiyesinde bulunur. Görüldüğü üzere Padişah başta olmak üzere Osmanlı üst düzey yetkililerinin hemen hemen tamamı işgal ve katliamlara karşı sessiz kalmakta, halkı da bu yönde telkin etmeye çalışmaktadır.
Sultanî binasında toplananlar ise Mustafa Necati’nin Yunanlılara karşı koymak için bir direniş teşkilatının kurulması teklifi üzerine İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti’nin adının “İlhak-ı Red Hey’et-i Milliyesi” olarak değiştirilmesine karar verirler. İzmir’in işgali kesinlikle kabul edilmeyecektir. Heyet ilk olarak İzmir’in Maşatlık semtinde bir miting düzenlenmesine karar verir. Ayrıca Anadolu’daki illere ve İtilaf Devletleri’ne telgraflar çekilecek, Ege Bölgesi’nin iç kesimlerinde silahlı örgütler kurularak düşmana karşı gelinecek ve hapishanedeki mahkûmlar serbest bırakılarak onlarla birlikte halk da silahlandırılacaktır.
Maşatlık’ta yapılacak mitinge halkı çağırmak için İlhak-ı Red Heyet-i Millîyesi imzasıyla iki bildirge hazırlanır ve halk mitinge davet edilir. Ragıp Nureddin (Ege) Bey tarafından kaleme alınan tarihî önemi çok büyük olan miting davetiyesinde şöyle denilmektedir:
“Ey Bedbaht Türk! Wilson ilkeleri adı altında hakkın zorla elinden alınıyor ve namusun parçalanıyor. Buralarda Rumların çok olduğu ve Türklerin Yunan’a katılmasını memnuniyetle kabul edeceği söylendi. Bunun sonucunda güzel memleketin Yunan’a verildi. Şimdi sana soruyoruz: Rum senden daha mı çoktur? Yunan egemenliğini kabul ediyor musun? Artık kendini göster. Tüm kardeşlerin Maşatlık’tadır. Oraya yüz binlerle toplan ve ezici çoğunluğunu bütün dünyaya orada göster. Burada zengin, fakir, âlim, cahil yok. Yunan egemenliğini istemeyen ezici bir kitle vardır. Bu sana düşen en büyük görevdir. Geri kalma, düş yıkımı ve kötü kaderine yanmak yarar getirmez. Binlerle, yüz binlerle Maşatlık’a koş ve Milli Heyetin emrine uy. İlhak-Red Hey’et-i Milliyesi”
İkinci bildirgede ise şu satırlar yer almaktadır: “Kötü muamele gören Türk! Memleketin Yunanlılara veriliyor. Tepeden inme haksızlığa karşı protesto ve reddetmek için sesini yükselt! Bu gece bütün Müslümanlarla Türk dostları Yahudi Maşatlığı’nda toplanacaklar. Mümkünse çocuklarınızı alıp geliniz. Bu sizin son vazifenizdir. Orada bulunmayı ihmal etmeyiniz.”
İzmir’de olaylar devam ederken içlerinde Moralızâde Halit ve Türk Ocağı’ndan Vasıf (Çınar) Beylerin bulunduğu bir grup hazırladıkları telgraf metni ile durumu bütün Türkiye’ye telgrafla bildirirler. Telgrafın tam metni şöyledir: “Bilumum vilayet, sancak, kaza ve Nahiye Belediye Riyasetlerine… ‘İzmir ve havalisi Yunan’a ilhak ediliyor. İşgal başladı. İzmir ve çevresi tamamen ayakta ve heyecandadır. İzmir son ve tarihî gününü yaşıyor. Son imdadımız sizin göstereceğiniz muavenete bağlıdır. Mitingler, telgraflarla her yere başvurunuz ve vatan ordusuna katılmaya hazırlanınız. Vakar ve sükûneti son derece muhafaza ederek kimsenin incinmemesine itina ve dikkat ediniz. İlhak-ı Red Hey’eti Millîyesi.”
Burada belirtilmesi gereken husus; telgrafın Osmanlı yöneticilerine, örneğin valilere değil, belediye başkanlarına gönderilmiş olmasıdır.
Tülay Hergünlü
4 Nisan 2023
………………………………………………………..
TBMM’nin açılışına giden tarihi süreç (2)
Tarih 14 Mayıs 1919’u gösterdiğinde Mustafa Kemal Atatürk, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın Nişantaşı’ndaki evine akşam yemeğine davet edilir. Yemekten sonra Cevat (Çobanlı) Paşa ve Sadrazam’la yeni vazifesi hakkında bir görüşme gerçekleştirir. Vazifesi, Ordu Müfettişi olarak “Türklerin Rumlara yaptığı baskıyı yerinde incelemek ve önlemek üzere Karadeniz Bölgesi’ne gitmektir.”
Görüldüğü üzere Batılı ülkeler, Türkler ile ilgili yalan haber ve iftira kampanyasını yüz yıl hatta çok daha öncesinde başlatmışlardır. Bu iftira ve yalan haber politikalarını günümüzde de sözde “Ermeni ve Rum soykırımı” olarak sürdürmektedirler. Bunlar yetmezmiş gibi Kürt kökenli vatandaşlar üzerinden “PKK/Kürt” sorunu icat ederek yaklaşık elli yıldır yine sözde bir “Kürt Devleti” vaadiyle binlerce insanımızın katledilmesine neden olmuşlar ve olmaya da devam etmektedirler.
Yemeğin sonunda sadrazamın yanından ayrılan Atatürk ile Cevat Paşa arasında tarihe geçen şu konuşma gerçekleştirilir:
“Bir şey mi yapacaksın, Kemal?”
“Evet Paşam, bir şey yapacağım!”
“Allah muvaffak etsin!”
“Mutlak muvaffak olacağız!”
15 Mayıs 1919’da İzmir Yunan kuvvetlerince işgal edilir ve bu durum bardağı taşıran son damla olur. Halk ayağa kalkar. Aynı günün akşamında Telgraf Merkezi, Yunan birliklerinin denetimine girerken telgraf memurları şu telgrafı çekerler: “ İzmir Yunanlılar tarafından işgal olundu. Şehirde katliam bütün şiddetiyle devam ediyor. Kan gövdeyi götürüyor. Hamiyetli olan, dinini seven vatan ordusuna imdat etsin.”
İlhak-ı Red Heyet-i Millîyesi’nin telgraf bombardımanı devam etmektedir. Bu telgraflardan yabancı temsilcilikler de nasibini almaktadır. Hatta Amiral Sir Somerset Arthur Gouch Calthorpe kendisine gönderilen yüzlerce telgraf üzerine şöyle der: “Yunan askerinin karaya çıkması Türk halkı üzerinde baştanbaşa şok tesiri yaptı ve Anadolu’nun her tarafına yayıldı. Harp etmek arzusu yeniden kabardı.”
Amiral Calthorpe çok haklıdır. Yüzyıllarca Osmanlı hâkimiyeti altında yaşayan Yunanlıların, Anadolu’yu ve özellikle de İzmir’i işgale kalkışması Türk milletinde âdeta bir infial yaratır. Türk, kim olduğunu hatırlamıştır. Asırlar öncesine dayanan savaşçı bir kadim milletin esaret bilmez ruhu yeniden dirilmiştir.
İlhakı Red Heyet-i Millîye komitesinin İzmir’deki çalışmaları ne yazık ki kentin Yunan işgalcilerinin eline geçmesi yüzünden çok kısa sürer. Cemiyet, 16-17 saat sonra, çalışmalarına son vererek, merkezlerini İstanbul’a taşır, üyelerinin bir bölümü de Denizli’ye gider. Bu durum Yıldırım Orduları Müfettişi Cemal Paşa tarafından Havza’da bulunan Dokuzuncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf ile bildirilir. Telgrafta şu cümleler yer almaktadır: “…İzmir Müdafaa-i Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyeti Denizli’de bulunmaktadır, Efendim.”
İlhak-ı Red Heyet-i Milliyesi Alaşehir Kongresi’nde alınan kararla İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti ile birleşecektir.
Tamamen haksız ve Mondros Mütarekesi’nin ruh ve maksadına aykırı olarak yapılan İzmir’in işgali ile katliamlar ve mukaddesata tecavüzler başlar. Anadolu’nun birçok yerinde halk toplantılar ve protesto gösterileri gerçekleştirir; çeşitli makamlara protesto telgrafları gönderilir.
Ülkenin her yerinde yapılan bu protesto ve mitinglerin en kalabalık ve heyecanlı olanları, İtilâf Devletleri’nin gözleri önünde İstanbul’da yapılanlardır. Bu mitingler resmen olmasa bile fiilen İtilâf Devletleri’nin işgalleri altında bulunan bir yerde, İstanbul’da yapılmaktadır. İzmir’in işgalinin duyulmasıyla birlikte şehirde “millî matem” ilân edilir.
Atatürk, Ordu Müfettişliği gereği Anadolu’ya hareket etmeden önce bir dizi veda ziyareti gerçekleştirir. Bu ziyaretlerinin arasında en önemlisi İsmet (İnönü) Bey’i Süleymaniye’deki evinde ziyaretidir. İsmet Paşa’ya şu talimatı verir: “… Ben yerleşinceye kadar sen de bana yardım edeceksin ve iş başladığı vakit yanıma geleceksin!”
İzmir işgal edilirken Atatürk, 16 Mayıs 1919 günü akşamüzeri Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrılır; kurtuluşun fitilini Anadolu’dan ateşleyecektir. Düşman zırhlıları arasından geçerek İstanbul’u terk ederken, güvertede arkadaşlarına şöyle konuşur: “Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetlerine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz!”
19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’a ayak basar. Askerî bando eşliğinde halk tarafından sevgi ile karşılanır. Aynı gün İstanbul, Fatih Parkı’nda yapılan mitingde, katılanların çoğunun göğsünde siyah kenarlı “İzmir kalbimizdir” etiketi bulunmaktadır.
Atatürk’ün Samsun’a çıktığının ertesi günü yani 20 Mayıs 1919’da Sait Molla, İngilizlerle iş birliği yaparak ve de Osmanlı’daki makamını ve nüfuzunu kullanarak İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni kurar. Günümüz deyimiyle; zamanlama manidardır!
Sait Molla (1880-1930) Şura-yı Devlet (Danıştay) üyeliği ve Adliye Nezareti Müsteşarlığı yapmış; İngiliz büyük elçiliğinden ayda 300 lira maaşa bağlanmış tescilli bir İngiliz ajanı olarak bilinmektedir. Kurduğu cemiyetin amacı, “biricik kurtuluş yolumuz, Anadolu’da İngiliz manda ve himayesinin gerekliliğini savunarak, bunu gerçekleştirmeye çalışmaktır…” diye açıklanmaktadır. İngiliz Muhipler Cemiyeti’ni her ne kadar Sait Molla kursa da cemiyetin üç büyük yöneticisi İngiliz’dir. Bunlardan birisi de Papaz Robert Frew isimli kişidir.
Mustafa Kemal Paşa, 20 Mayıs’ta Samsun’dan Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya bir telgraf çeker ve “İzmir’in Yunan askerleri tarafından işgali hadisesi yakından temasta bulunduğum milleti ve orduyu tasavvur ve tasvir edilemeyecek derecede üzmüştür. Ne millet ve ne ordu, mevcudiyetine karşı yapılan bu haksız tecavüzü kabul etmeyecektir.” der. Ardından da 21 Mayıs 1919’da Erzurum’da 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya bir telgraf gönderir. Atatürk telgrafında duyduğu üzüntüyü şu cümlelerle ifade etmektedir: “Umumi durumumuzun almakta olduğu vahim şekilden pek elemli ve müteessirim. Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdanî vazifeyi yakından müşterek çalışma ile en iyi yerine getirmek mümkün olacağı kanaatiyle bu son memuriyeti kabul ettim. Bir an evvel zât-ı âlinize kavuşmak arzusundayım.”
22 Mayıs 1919 tarihinde ise Sadaret’e bir rapor göndererek şöyle der: “… Millet yekvücut olup hâkimiyet esasını, Türklük duygusunu hedef kabul etmiştir. Artık yaydan çıkan ok’un geri dönüşü yoktur! Bağımsızlık mücadelesinin meşalesi Samsun’da yakılmıştır.”
Evet, bağımsızlığın ok’u kınından çıkmıştır artık! Bunun gerisi yoktur! Millî mücadele başlamıştır. Atatürk, Ankara’da bulunan 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya Samsun’a geldiğini, kendisiyle daha sıkı temasta bulunmak istediğini ve İzmir bölgesine dair alabileceği bilgiden haberdar edilmesini bildiren bir telgraf gönderir. 25 Mayıs 1919 öğleden sonra da otomobille Samsun’dan Havza’ya hareket eder.
Ertesi gün Havza ileri gelenlerinin kendisini ziyareti esnasında söyledikleri Millî Mücadele’nin âdeta bir yol haritasıdır. Şöyle der: “Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız! Bizi öldürmek değil, canlı mezara atmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cüret belki bizi kurtarabilir; zaten başka türlü de dönüş imkânı yoktur.”
Tülay Hergünlü
10 Nisan 2023
………………………………………………………………………………………
TBMM’nin açılışına giden tarihi süreç (3)
Millî Mücadele başlamıştır. Atatürk, Ankara’da bulunan 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya Samsun’a geldiğini, kendisiyle daha sıkı temasta bulunmak istediğini ve İzmir bölgesine dair alabileceği bilgiden haberdar edilmesini bildiren bir telgraf gönderir. 25 Mayıs 1919 öğleden sonra da otomobille Samsun’dan Havza’ya hareket eder. Ertesi gün Havza ileri gelenlerinin kendisini ziyareti esnasında söyledikleri Millî Mücadele’nin âdeta bir yol haritasıdır: “Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız! Bizi öldürmek değil, canlı, mezara atmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cüret belki bizi kurtarabilir; zaten başka türlüde dönüş imkânı yoktur.”
Türk topraklarının işgal edilmesi kabul edilemez bir durumdur. Sait Molla kendi imzasıyla bütün belediye başkanlıklarına “Milletin İngiltere yardımını istediğini bildirin” talimatı içeren bir yazı gönderir. Atatürk bunun üzerine bütün vilâyetlere ve mutasarrıflıklara (sancak) bir genelge gönderir: “Millî ve siyasî bağımsızlığımızın kurtarılması ancak milletin yekvücut olarak müdafaası ile mümkün olacaktır.” Ardından da 3. 15. ve 20. Kolordu Komutanlıklarına; “Milletin esaretten kurtuluşu, hâkim ve müstakil topraklarımızda yaşayabilmesi ancak azimkâr ve namuslu ellerin milleti kısa ve doğru yoldan hukukunu ve bağımsızlığını savunmaya sevk ile mümkün olacaktır…”
Azim ve namus; Atatürk tüm yaşamını bu iki temel üzerine inşa etmiştir. Kendisinden sonra iş başına gelen hükümetler ne yazık ki sadece kendi ikballeri konusunda azim göstermişler; devlet kadrolarının namus yoksunu bürokratlar tarafından ele geçirilmesine ise büyük ölçüde sessiz kalmışlardır.
İzmir’den sonra Aydın ve Manisa da işgal edilmiştir. Atatürk valilere, müstakil mutasarrıflıklara ve bazı kolordu komutanlıklarıyla Konya’daki Ordu Müfettişliğine gönderdiği bildiride; “Siyasî bütünlüğümüzün muhafazası için, millî gösterilerin daha canlı olarak belirtilmesi ve devamı gereklidir” demekte, büyük ve heyecanlı mitinglerin yapılması ve tüm memleketi kapsayan millî gösterilerde bulunulması; bütün Büyük Devletler temsilcileriyle Babıâli’ye etkili telgraflar çekilmesi çağrısında bulunmaktadır. Ertesi gün de 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir’e şu telgrafı gönderir: “İtilâf devletlerinin milletimize haksız bir siyaset uygulaması ve millî bağımsızlığımızı ve devletimizi idama mahkûm etmekte oldukları gerçekleşmiştir… Silah ve cephanenin ve iaşe tarzının zamanında kararlaştırılması ve birliklerin mevcutlarının artırılması ve birlikler elinde bulunan silâhların mümkün ölçüde birleştirilmesi, levazım, iaşe işlerinin güvenliği ve cephanenin tamamlanma tarzı, mühim yol üstlerindeki büyük yapıların gerektiğinde tahrip edilmek üzere hazırlıklı bulunması gibi hususların şimdiden düşünülmesiyle son derece mahrem bir şekilde yerine getirilmesi lâzımdır.”
Atatürk’ün emirleri üzerine Babıâli’ye çekilen telgraflar ve beliren millî faaliyetler Harbiye Nezareti’nin de dikkatini çeker ve durum hakkında kendisinden bilgi istenir. Atatürk şöyle cevap verir: “… İstanbul’a çekilen telgrafların tamamen milletin sinesinden fışkıran teessüratın (acılar, üzüntüler, sıkıntılar) birer aksi olduğunu arz eylerim. Bu heyecan memleketin en ücra köşesine kadar şamildir, umumîdir.”
Bütün bunlar olurken Ermeniler de Kars ve Sarıkamış’a asker yığmaktadır. Atatürk, Kâzım Karabekir’e bir telgraf çeker: “İtilâf hükümetleri atadan kalma meşru hakkımız olan toprakları çiğnemeyi Hristiyanlık adına bir hizmet addediyorlar. Bu cümleden olarak Ermenilere vilâyetlerimizi peşkeş çekmeleri de ihtimal dâhilinde bulunuyor. Kanaatimce böyle bir hâli biz çarpışmaya başlangıç saymaya; meşru topraklarımızı ve millî bağımsızlığımızı kurtarmak için mecburuz.”
Atatürk “millî bağımsızlık” demekte Saltanat ise büyük devletlerin yardımı üzerinde ısrar etmektedir. Nitekim İstanbul’da toplanan Saltanat Şûrası’nda “Türkiye’nin Büyük Devletlerden birinin yardımının temin edilmesi konusunda bir eğilimi olduğu” Türkiye-Havas-Reuter Ajansı’nda haber olarak yer alır. Bunun üzerine Atatürk Sadrazam’a “Milletin millî bağımsızlığı korumaya kararlı olduğu ve bütün meşum sonuçlara karşı en son fedakârlığı göze aldığı ve millî vicdanı temsil etmeyen haberlerin endişe verici akisler doğurduğu” konusunda bir yazı gönderir. Neyse ki Şûra’da kesin bir karar alınamaz.
Ülkede millî mücadele meşalesi her tarafta yanmaya başlamıştır. İngiliz Yüksek Komiserliği bu durumdan oldukça rahatsızdır. Harbiye Nezareti’ne bir nota gönderir. Nezaret, notanın bir suretini Atatürk’ e gönderir. Cesur komutanın cevabı da kendisi kadar cesurdur: “Bağımsızlık ve millî mevcudiyeti imha ve hayatın devamını tehlikeye sokan işgal, suikast ve tecavüz gibi İzmir havalisinde görülmekte olan olayların benzerlerinin meydana gelmesine karşı ne milletin heyecan ve vicdanî teessürlerini ne de buna dayanan millî gösterileri önleme ve durdurma için nefsimde ve hiç kimsede kudret ve kuvvet göremeyeceğim gibi bu yüzden doğacak vakaların ve hadiselerin karşısında da mesuliyet kabul edebilecek ne komutan ne de idareci ve ne de hükümet tasavvur ederim.”
Mustafa Kemal Atatürk’e göre milletçe kesinlikle savunulması istenen ve gerekli görülen iki husus vardır. Birincisi, “Mutlaka devlet ve milletin tam bağımsızlığı, ikincisi de anavatan parçalarında çoğunluğun azınlığa feda edilmemesidir.” Nitekim Paris’te toplanacak olan bir konferans nedeniyle bazı kolordu, valilik ve mutasarrıflıklara gönderdiği yazıda da bu konuda duyduğu endişeleri dile getirmektedir.
Tarih 3 Haziran 1919’u göstermektedir. Havza’da Büyük Cami’de Atatürk’ün de hazır bulunduğu bir mevlit okutturulur. Akabinde de Belediye önünde büyük bir miting düzenlenir. Halk mitingde büyük mücadele için yemin eder.
İngilizlerin Atatürk’ten ve millî faaliyetlerden rahatsızlığı artık endişe edici boyutlara ulaşmıştır. General George Francis Milne, Atatürk’ün İstanbul’a çağrılması için Harbiye Nezareti’ne bir yazı gönderir. Osmanlı ordularının Mondros Mütarekesi kapsamınca terhis edilmesi ve silahsızlandırılması için çaba sarf eden de bu Milne’dir.
12 Haziran 1919’da Atatürk Havza’dan ayrılır ve Amasya’ya gelir. Hükümet Konağı salonunda yaptığı konuşmada; “Hep beraber aziz vatanımızı ve bağımsızlığımızı kurtarmak için bütün gücümüzle çalışacağız” der. Ertesi sabah kendisini ziyaret eden Amasya heyetine de şunları söyler: “Ortada İttihatçılık, İtilâfçılık yoktur; memleket meselesi vardır!”
Amasya Sultan Beyazıt Camii’nde Müftü Abdurrahman Kâmil ise vaazında şu sözleri sarf etmektedir; “Yegâne kurtuluş çaresi halkın doğrudan doğruya egemenliği eline alması ve iradesini kullanmasıdır. Hep beraber Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanarak vatanı kurtaracağız.” Müftü, bu tarihî vaazında belki bilerek belki de bilmeyerek “Cumhuriyet” i tarif etmektedir.
İngiliz Yüksek Komiserliği Atatürk’ün geri çağrılması için baskılarını sürdürmektedir. Amiral Sir Somerset Arthur Gouch Calthorpe, Hariciye Nezaretine bu konuda bir müracaatta bulunur. Calthorpe’un baskıları Temmuz başına kadar sürecektir.
Mustafa Kemal Atatürk, tüm baskılara karşın Edirne’de bulunan 1. Kolordu Komutanı Albay Cafer Tayyar Bey’e şu tarihî telgrafı gönderir: “…Bağımsızlık gayesinin elde edilişine kadar tamamıyla milletle birlikte, fedakârane çalışacağıma mukaddesatım namına yemin ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek kesindir.”
Ne demiştik; azim ve namus…
Tülay Hergünlü
İstanbul, 16 Nisan 2023
…………………………………………………………………………………………….
TBMM’nin açılışına giden tarihi süreç (4)
Mustafa Kemal Atatürk, ülkenin ileri gelenlerini Millî Mücadele’ye davet etmeye devam etmektedir. Amasya’dan İstanbul’da bulunan bazı tanınmış kimselere gönderdiği mektubunda kararlılığını şu cümlelerle vurgular: “Artık İstanbul Anadolu’ya hâkim değil, tâbi olmak mecburiyetindedir. Size teveccüh eden fedakârlık pek büyüktür. Millî gaye elde edilinceye kadar âcizleri Anadolu’dan ve milletin sinesinden ayrılmayacağım ve bu noktada nihayete kadar bir millet ferdi gibi çalışacağımı millete karşı mukaddesatım namına söz verdim ve hiçbir kuvvet bu millî karara mâni olamayacaktır.”
Atatürk, 22 Haziran 1919’da tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ve ulusal bağımsızlığın ancak “milletin azim ve iradesi” ile sağlanacağının vurgulandığı tarihî Amasya Tamimi’ni yayınlar ve alınan kararlar bütün dünyaya ilan edilir. Anadolu’da askerî ve mülkî makamlara gönderilen bildiri şöyledir: “Vatanın tamamiyeti, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Sivas’ta milli bir kongrenin acele toplanması kararlaştırılmıştır. Bunun için bütün vilayetlerin her livasından milletin itimadını kazanmış üç delegenin mümkün olan süratle yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale karşı, durumun bir millî sır halinde tutulması lâzımdır.”
Saray bu durumdan oldukça rahatsızdır. 23 Haziran 1919’da Mustafa Kemal Paşa hakkında bir hükümet kararı çıkartılır ve “Mustafa Kemal Paşa’nın azledilerek hiçbir resmî sıfatı kalmamış olduğundan bildiri ve emirlerinin resmî nitelik taşımadığının icap eden vilâyetlere duyurulmasının Dâhiliye Nezareti’ne bildirilmesi.” istenir. Dâhiliye Nâzırı (İçişleri Bakanı) Ali Kemal ise vilayetlere gönderdiği gizli tamimde Mustafa Kemal’i kastederek; “…artık o zatın azledilmiş olduğunu ve kendisiyle hiçbir resmî muameleye girişilmemesini, hükümet işlerine ait hiçbir isteğinin yerine getirilmemesini kesin bir emir olarak” bildirmektedir. Posta ve Telgraf Umum Müdürü Refik Halit de telgrafhanelere, Mustafa Kemal’in azledildiğini, bu sebeple telgraflarının kabul edilmemesini bildiren bir telgraf gönderir.
Bazı çevreler ise gelişmiş ülkelere kafa tutmanın bir işe yaramayacağı, İngiliz’in ya da Amerika’nın himayesine girmenin çok daha münasip olacağı konusunda ısrarcıdır. Atatürk, Amasya’dan Kâzım Karabekir Paşa’ya gönderdiği telgrafta bu konuya vurgu yapmakta ve “… İstanbul’da millî bağımsızlığın zevkinden mahrum bazılarının İngiliz esaretine girmekte sakınca görmedikleri anlaşılıyor” demekte “millî vazifenin pek mukaddes olduğu kanaatinin bir kez daha doğrulandığını” belirtmektedir. Nitekim bir kaç gün sonra Dâhiliye Nazırı Ali Kemal, “Millî ordu teşkil etmenin, Müdafaa-i Milliye hazırlamak gibi faaliyetlerin millî felaket olduğunu” ilan eden bir beyanname yayınlar. Mustafa Kemal’in valiliklere, müstakil mutasarrıflıklara, kolordulara ve II. Ordu Müfettişi Cemal Paşa’ya gönderdiği protesto telgrafı bir tokat niteliğindedir:
“… Bağımsızlığını emin görmek isteyen milletin önüne hiçbir haksız set çekilemez!”
Amiral Calthrope, Atatürk’ün geri çağrılması konusunda ısrarcıdır. Hariciye Nezareti’ne gönderdiği bir yazı da “Mustafa Kemal ve Cemal Paşaların kayıtsız şartsız ve süresiz olarak geri çağrılmalarının acil zarureti üzerine bir kere daha dikkatinizi çekmek vazifem icabındandır” der. Birkaç gün sonra da Mustafa Kemal Paşa Padişah adına İstanbul’a çağrılır. Atatürk’ün “yüksek tekliflerini yerine getiremeyeceğini” bildirmesi üzerine resmî memuriyetine son verildiği hakkında Padişah iradesi yayınlanır. Bu durum üzerine Mustafa Kemal, “… Büyük bir aşk ile bağlı bulunduğum yüce askerlik mesleğimden de istifamı sunarak veda ettiğimi arz ederim.” der. Artık İstanbul hükümeti ve saray ile ipler kopmuştur.
9 Temmuz 1919’da orduya, vilayetlere ve millete resmî göreviyle birlikte askerlik mesleğinden istifasını bildiren bir genelge gönderir: “Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve Ermeni isteklerine kurban etmemek için açılan millî savaş uğrunda milletle beraber serbest surette çalışmağa resmî ve askerî sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu mukaddes gaye için milletle beraber sonuna kadar çalışmağa mukaddesatım adına söz vermiş olduğumdan pek âşıkı bulunduğum yüksek askerlik mesleğinden bugün veda ve istifa ettim. Bundan sonra mukaddes millî gayemiz için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere milletin sinesinde bir ferdi mücahit suretiyle bulunmakta olduğumu arz ve ilan eylerim. ”
Mustafa Kemal’in askerlikten istifası ve Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin başına geçmesi Erzurum’da yayımlanan Albayrak gazetesinde halka şöyle ilan edilir: “… Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin istifanamesi bir azim ve iman vesikasıdır. Millette henüz eski kanın sönmemiş olduğunu gösterir muazzam delildir. Anafartalar’da, millî şerefi, tarihin bugünkü nesilden beklemekte olduğu mukaddes vazifeyi yükselten ve yücelten bu muhterem Komutanı bugün de Millî Mücadele’nin başında görmek mesut bir görüntüdür.”
Gazete çok haklıdır. Yüzyıllardır Osmanlı hanedanı tarafından kimliği yok sayılan Türk milleti, yine bir Türk sayesinde eski kanının sönmemiş olduğunu hatırlamıştır. Talihin bir cilvesi olsa gerek, tam 103 yıl sonra kader Türk milletini, bir kez daha kimliğini hatırlaması yönünde sınava tabi tutacaktır…
Günümüze de bir ışık tutması açısından Mustafa Kemal Atatürk’ün, kendisini İstanbul’a davet eden Harbiye Nâzırı Nâzım Paşa’ya Erzurum’dan gönderdiği telgrafı ibretlik bir vesika olması nedeniyle burada yayınlamak istiyorum. Şöyle diyor Atatürk: “… Hali, mazisi kirli şeylerle bulaşmış olanların satılmış vicdan ve mevcudiyetleri ancak kahredilmeğe ve yok edilmeğe lâyıktır. Siz ve arkadaşlarınız mevkilerinizi ne kadar çabuk namus sahiplerine bırakırsanız, belki o nispette milletin bağışına mazhar olursunuz.”
Nâzım Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’ya Mustafa Kemal ve Rauf Beylerin derhal yakalanmaları ve Dersaadet’e gönderilmeleri konusunda bir telgraf gönderir. Karabekir Paşa ise “namusu ve askerî hizmetleri ve vatanseverliği ile tanınan, bütün askerlerin hürmetini kazanmış; yirmi gün evvel memleketin yarısına komuta etmiş, vatana ve millî menfaatlere aykırı bir hareketinin görülmediği Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanması ve kolorduca yardım edilmesi için hal ve vaziyetin asla müsait olmadığını” arz eden bir cevap gönderir.
Tüm bunlar olurken bir taraftan da ardı ardına kongreler gerçekleştirilmektedir; Balıkesir, Erzurum, Nazilli ve Sivas Kongreleri… Atatürk, Erzurum Kongresi sonunda Mazhar Müfit Kansu’nun hatıra defterine şunları yazdırır: “Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce bir sorunuz nedeniyle söylemiştim. Bu bir. İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır. Üç: Örtünme ve kapanma kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.”
Mustafa Kemal Atatürk, her şeyi yıllar içinde kafasında oluşturmuştur. Hiçbir şey aniden gelişmemiştir. Millî Mücadele ve sonrasında yapılacak olanlar planlı ve programlı bir işleyiş içinde ve zamanı geldiğinde uygulanmak üzere hazırdır.
Tülay Hergünlü
23 Nisan 2023
……………………………………………………………………………………………….
TBMM’nin açılışına giden tarihi süreç (5)
Atatürk, ülkenin kurtuluşu için tüm vatanseverleri bir araya toplayıp kongreler ile uğraşırken Padişah da “Atatürk’ün askerlik mesleğinden çıkarılmasına, sahip olduğu nişanların geri alınmasına ve fahrî yaverlik rütbesinin kaldırılmasına dair” irade-i seniyye çıkarmakla meşguldür. İstanbul’da ise hâlâ bazı çevreler ve birtakım aydın kesim ya İngiltere’nin ya da Amerika’nın korumacılığına girilmesi konusunda ısrarlıdır.
Bunlardan ünlü romancı Halide Edip (Adıvar) Atatürk’e gönderdiği mektubunda şu satırlara yer vermektedir: “… Davamızda yardımcı olabilmesi için, bu fırsat dakikalarını kaybetmeden taksim ve yok olma korkusu karşısında, kendimizi Amerika’ya müracaata mecbur görüyoruz…” Bekir Sami Bey ise; “…Memleketin beş mandaterliğe bölünmesinin kesin olduğunu, milletin beş mandaterlik değil bir mandaterin elinde bulunmak şartıyla millî varlığını korumaya çalışmasını; tam bağımsızlığın korunmasını isteyenlerin boş bir hayal peşinde koştuklarını; memleketin rüştünü kanıtlayana değin geçici bir süre için yabancı bir hükümetin mandaterliğini kurtuluş çaresi olarak gördüğünü; kendisi ve arkadaşlarının Amerikan mandası taraftarı olduğunu ve Amerikalıların bunu en iyi şekilde tatbik edeceklerine inandığını, Hilafet hakları ve saltanatın Osmanlı hanedanında kalması; dışarıda temsil edilme hakkımızın eskisi gibi devam etmesi koşuluyla Amerikan mandaterliğini istemekte endişe edecek bir durum olmadığını…” belirtmektedir.
Kara Vasıf Bey ise özetle şöyle demektedir: “… 400-500 milyon lira borcumuz var. Paramız ve ordumuz yok. Ekonomik durumumuz bağımsız yaşamaya uygun değil. Onların uçakları var, bizim ise kağnılarımız. Onların savaş gemileri var, bizim yelkenlimiz bile yok.”
Mustafa Kemal Paşa, manda tavsiye eden mektupları okuduktan sonra yanındakilere şöyle der: “… Her şeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir menfaat temin etmeden böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi âşık olacaklar! Bu ne hayal ve ne gaflettir! Hayır, paşalar hayır, hayır, beyefendiler hayır, hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok, Ya istiklal ya ölüm var!” 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya çektiği telgrafta da şu soruları sormaktadır: “Kara Vasıf Bey Amerikan mandası ile çok uğraşıyor. Anadolu’daki milletin gerçek duygularını anlatmaya muvaffak olamıyor muyuz? Acaba yazdıklarımız ulaşmıyor mu?”
Elbette manda savunucuları her şeyden haberdardır ancak Mustafa Kemal’e ve Türk milletinin bağımsızlık konusundaki kararlılığına inanmamaktadır… Atatürk’ün, Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya gönderdiği telgraf bu konuda asla şüpheye yer bırakmamaktadır: “… Muhakkaktır ki, vatan ve milletin mukadderatı için içerde ve dışarda kabul ve söz sahibi olmak mutlaka millî iradeye dayanmaya bağlıdır… Gayet samimi olarak arz ederim ki, millet her türlü iradesini gerçekleştirmeğe muktedirdir. Girişimlerinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet mevcut değildir. Millet çizdiği program içinde gayet kesin ve açık adımlarla amacına yürümektedir…”
Buraya kadar yaşananlardan anladığımız o ki; Mustafa Kemal Atatürk, Millî Mücadele’nin bir zaferle sonuçlanacağından bir an bile şüpheye düşmemiştir. O, hem kendisine hem birlikte yola çıktığı silah arkadaşlarına ve özellikle de Türk milletine sonuna kadar güvenmiştir. Azim ve kararlılık Atatürk’ün karakter özelliklerindendir ve bu özellikleri ülkenin tam bağımsızlık mücadelesinde millete de sirayet etmiştir. Mandacılara da “İtilaf Devletlerinin baskısı ve hıyanet şebekelerinin propagandası altında belki de şaşırmış ve bunalmış biçareler” demektedir.
27 Ağustos 1919 gecesi Erzurum’da arkadaşlarına söylediklerinden birkaç satıra da yer verelim: “…İstanbul bir Amerikan mandasıdır tutturmuş gidiyor. Bu olmayacaktır! Türkiye bağımsızlık bütünlüğüne sahip olacaktır. Bunu istemekte devam edeceğiz… Manda yok! Ya bağımsızlık ya ölüm var! Amerikan mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altında bulunan sinirleri ve zaafları ile bu millete ve bize inanmayanlardır. Bizim hayal ve macera peşinde koştuğumuzu sananlardır. Eğer, bunlar Anadolu’nun ve Türk milletinin gerçek hissiyatını bilseler, bizim çalışmamızın hedefini kavrayabilseler, Erzurum Kongresi’nin kararlarının nasıl bir millî vicdan ürünü olduğunu takdir edebilseler, bu yanlış fikirlerinden dolayı utanç duyarlar. …”
Burada Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın bir ihanet belgesi olan ve İngiliz Yüksek Komiseri Amiral J. de Robeck’e verdiği demeçten bir bölüme de yer verelim: “… Mustafa Kemal’in ezilmesi için İtilâf devletlerinin müsaadesini dilerim. Taraftarları hem delilik hem de hamiyetsizlik edip harbin devamını isterler. …” Yaklaşık yedi yüzyıl yedi kıtaya hükmeden koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun bir sadrazamı, bir avuç büyüklüğündeki ada ülkesi İngiltere’nin yetkilisinden ülkesinin bağımsızlığı için savaşan bir Osmanlı paşasını ezmek için izin istemektedir; gurursuzca ve onursuzca…
Bir tarafta tam bağımsızlık diye haykıran Mustafa Kemal ve silah arkadaşları ile Türk milleti, diğer tarafta ise saltanatlarının sürmesi için her türlü ihanetin içinde yer alan bir sadrazam ile saray çevresi… Atatürk, tüm ihanet çalışmaları hakkında Padişah Vahdettin’e bir uyarı yazısı göndermiştir ancak sonuç alınamamıştır çünkü Padişah da bu ihanet çemberinin tam ortasında yer almaktadır.
Günümüz Türk gençliği tüm bunları bilmek zorundadır. Ne demiştik; geçmiş bilinmeden bugünler anlaşılamaz…
Amasya Bildirisi ile ülke çapında bir direnişin şifreleri verilmiştir. Amasya’nın ardından tüm engellemelere ve suikast ihbarlarına rağmen önce Erzurum ardından da Sivas Kongreleri gerçekleştirilir.
Erzurum Kongresi bölgesel olmasına rağmen alınan kararlar ile bir anda Kurtuluş Savaşı’nı da şekillendirecek olan ulusal bir kongreye dönüşmüştür. Burada alınan kararlar Sivas Kongresi ve Misak-ı Millî kararlarının biçimlenmesinde etkili olmuştur. Kongre’de ilk kez manda ve azınlıklar konusu ele alınmıştır. Doğu Anadolu’daki direniş hareketleri birleştirilmiş ve ardından da bütün yurttaki direniş hareketlerinin birleşmesi yolunda ilk adım atılmıştır. Kongre’den önce görevinden alınan Mustafa Kemal Paşa, Kongre’den millî mücadelenin lideri olarak çıkmıştır. Kongre’nin başarısı Batı Anadolu’daki direniş hareketini de güçlendirmiştir. Erzurum Kongresi’nin 1. Maddesi Millî Mücadele’nin mihenk taşıdır:
“Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz.”
Kongre’de “millî sınırlar” ifadesi ilk kez kullanılarak, vatanın bir bütün olarak savunulacağı belirtilmiştir. İkinci maddesi ise Ankara’da kurulacak olan yeni bir Meclis’in ilk habercisidir: “Vatanın ve istiklalin muhafaza ve teminine İstanbul’daki hükümet muktedir olmadığı takdirde maksadın temini için geçici bir hükümet teşekkül edecektir. Bu hükümet millî kongrece seçilecektir. Kongre toplanmış değil ise bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.”
Erzurum Kongresi’nin ardından 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında ulusal nitelikte olan Sivas Kongresi gerçekleştirilir. Burada alınan kararlar, Erzurum Kongresi kararlarını genişleterek tüm ulusu kapsar bir nitelik kazandırır. Sivas Kongresi yeni bir Türk Devleti’nin kuruluşuna temel oluşturduğu için ayrı bir öneme sahiptir.
Sivas Kongresi’nin 1. Maddesi de Erzurum Kongresi’nin 1. Maddesi ile aynı kararlı iradeyi vurgulamaktadır;
“Millî sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.”
Tülay Hergünlü
İstanbul, 28 Nisan 2023
………………………………………………………………………………………………………….
TBMM’nin açılışına giden tarihi süreç (6)
Sivas Kongresi’nde alınan kararlar tüm ulusu kapsayan kararlardır demiştik. İlk maddesi yine aynı şekilde Amasya Tamimi ve Erzurum Kongresi ile aynı ruha sahiptir. Bir kez daha vurgulayalım: “Millî sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.”
Sekiz maddeden oluşan kararların bazıları şöyledir:
-Kuva-yı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak temel esastır.
-Manda ve himaye kabul edilemez.
-Millî iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan’ın derhal toplanması mecburidir.
-Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından “Temsil Heyeti” seçilmiştir.
Sivas Kongresi’nde de “millî irade” ön plana çıkmaktadır ve millî iradeyi temsil yetkisi “Temsil Heyeti” ne verilmiştir. Zamanı geldiğinde millî iradeyi temsil yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ne ve milletin seçtiği milletvekillerine verilecektir.
Burada Sivas Valisi Ali Galip Bey’in kongrenin toplanmaması için çevirdiği dolaplara girmeyeceğiz.* Ancak bu konuda Mustafa Kemal Atatürk’ün Dâhiliye Nâzırı Adil Bey’e gönderdiği telgrafını verelim. “Alçaklar, caniler! Düşmanlarla millet aleyhinde haincesine tertiplerde bulunuyorsunuz! Milletin kudret ve iradesini takdirden aciz olduğunuza şüphe etmiyordum. Fakat vatan ve millete karşı haincesine ve boğazlanmışçasına harekette bulunacağınıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın! Galip Bey ve yandaşları gibi akılsızların ahmakça boş vaatlerine kapılarak ve Mr. Nowill gibi milletimiz ve vatanımız için zararlı olan yabancılara vicdanını satarak yaptığınız alçaklıkların milletçe tatbik olunacak mesuliyetini göz önünde tutunuz! Güvendiğiniz kişiler ve kuvvetin akıbetini öğrendiğiniz zaman kendi akıbetinizle mukayeseyi unutmayınız!”
Görüldüğü üzere Atatürk sadece dış düşmanlarla değil içerideki işbirlikçi hainlerle de mücadele etmektedir. Nutuk’ta tüm ihanetleri bütün çıplaklığıyla açıklamaktadır.
18 Eylül günü Atatürk vilayetlere gönderdiği telgrafta: “İktidar mevkiine meşru bir kabine geçinceye kadar İstanbul’la resmî ilişkiler kesilmiş bulunduğundan, oradan gelebilecek her türlü demecin gerçek dışı sayılacağı şüphesizdir” diyerek İstanbul hükümetinin demeçlerine inanılmaması gerektiği uyarısında bulunur. Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza Bey ise, Atatürk’ün, Heyet-i Temsiliye’nin ve Sivas Kongresi’nin faaliyetlerinin İngiliz Hükümetince İtilaf Devletlerine (İngiltere, Fransa, İtalya) karşı bir taarruz şeklinde sayıldığını belirtir ve İstanbul Hükümetiyle anlaşılmasını ister. Atatürk bu kişiye haddini bildirir: “Zât-ı âlileri gibi hamiyet sahiplerinin vazifesi, millî istekler ve millî irade dairesinde milletin işlerini yürütmektir.”
20 Eylül 1919 günü Atatürk, Amerikan Heyeti Başkanı General Harbord ile Sivas’ta bir görüşme yapar. Harbord’un “Millet, düşünülmesi mümkün her türlü girişim ve fedakârlıkta bulunduktan sonra dahi muvaffak olunamazsa ne yapacaksınız?” sorusuna Atatürk’ün verdiği cevap müthiştir: “Bir millet varlığını ve bağımsızlığını temin için düşünülen girişim ve fedakârlığı yaptıktan sonra muvaffak olur. Ya muvaffak olamazsa demek, o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Bu sebeple millet yaşadıkça, fedakârane girişimlerine devam eyledikçe başarısızlık söz konusu olmaz!”
Mustafa Kemal Atatürk sürekli olarak vilayetlere, mutasarrıflıklara, ordu komutanlıklarına ve yurdun dört bir yanına Heyet-i Temsiliye adına ve kendi imzasıyla yapılması gerekenler hakkında genelgeler göndermektedir. Bunun yanı sıra Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya Yüksek Komiserleri ile Felemenk, İspanya, İsveç ve Danimarka elçiliklerine gönderdiği, “Müslüman olmayan vatandaşların her türlü korunmasının güven altında bulunduğunu ifade eden” telgraflarıyla da kötü amaçlı kişilerin Müslüman olmayan unsurlar üzerinden ortalığı karıştırma girişimlerini sonuçsuz bırakmaya çalışmaktadır.
Bu arada Padişah’ı da, Damat Ferit Paşa hükümetinin vatana hıyanete devam ettiğini ve iktidardan çekilmesi gerektiğini belirten bir telgrafla uyarır. Ancak Padişah hâlâ tüm uyarılara kapalıdır. Onun için tek amaç ne pahasına olursa olsun saltanatını korumaktır. Atatürk, İstanbul Şehremaneti’ne de (bugünkü belediye) bir yazı gönderir ve İstanbul’u da bu mücadeleye davet ederek “… Anadolu, bugün İstanbul’un da bir millî vazifesi bulunduğu kanaatindedir.” der.
Nihayet Damat Ferit Paşa istifa eder. İngilizler, “ılımlı” olduğunu düşündükleri, Mustafa Kemal ile uzlaşarak direnişten vazgeçirmeyi umdukları bir hükümet kurulmasını öngörürler. Bunun üzerine Ali Rıza Paşa Sadrazam olur. Atatürk yeni Sadrazam’a gönderdiği telgrafında “…Yeni kabine, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tayin ve tespit edilen millî örgüt ve amaçlara saygı gösterdiği takdirde Kuva-yı Millîye ona yardımcı olacaktır.” der.
7 Ekim günü Harbiye Nâzırı Cemal Paşa, Kabine adına Atatürk’e gönderdiği telgrafta “Kabine, sizinle aynı fikirdedir ve millî iradenin egemenliğini kabul eder. Devletin dışarıya karşı şeref ve haysiyetini iade için millî iradeye ve Heyet-i Temsiliye’ye dayanacaktır.” demektedir. Bu şüphesiz son derece umut verici bir ilerlemedir; tabi şimdilik. Atatürk vilayetlere, kazalara ve basına,“…Ferit Paşa kabinesine karşı resmî yazışmaların kesilmesi hususunda telgrafhanelerce zorunlu olarak alınmış olan önlemlerin derhal kaldırılacağını” bildirir.
Aynı gün Heyeti Temsiliye adına millete şu bildirgeyi gönderir: “En ağır tarihî şartlar altında bile millî vakarından ve herkesin hukukuna saygı göstermedeki mazisinden gelen hasletlerinden zerre kadar ayrılmamış olan milletimizin bundan sonra da aynı tarz ve harekette sabit kalacağından ve bu suretle bu mübarek topraklara sahip olmaktaki uygarlık yeteneğini bütün cihana onaylatacağından şüphe yoktur.”
İngiltere Harbiye Nâzırı Winston Churchill en sonunda Atatürk’ün yapmak istediğini anlamıştır. Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği bir raporda şöyle demektedir: “Mustafa Kemal’in liderliğindeki millî hareketin gayesi, Türk topraklarının Yunan, İtalyan ve Ermeniler arasında paylaşılmasına engel olmaktır.” İstanbul’da ki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral J. de Robeck de İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği gizli raporunda, “… Anadolu’daki millî hareketin baskısıyla Ferit Paşa Hükümeti’nin istifa ettiğini; Mustafa Kemal’in karşısında İngiliz arslanının prestijinin sarsıldığını; mütarekeyi imzalayan Türkiye’nin yerine bugün bambaşka bir Türkiye’nin doğduğunu ve bu yeni Türkiye’ye barış şartlarını zorla kabul ettirmenin kolay olmayacağını…” bildirmektedir.
“İngiliz arslanı” nın prestiji sadece sarsılmakla kalmayacak, tüm dünyaya rezil olacaktır.
15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu, İngiliz, Fransız ve Amerikan savaş gemilerinin korumasında İzmir’i kanlı bir şekilde işgale başlamıştı. Harbiye Nâzırı Winston Churchill, aynı gün Başbakan Lloyd George’u, “Yunan ordusuna işgal izni vermeyelim. Küllenmiş olan Türk milliyetçiliğini yeniden ateşlersiniz.” sözleriyle uyarmıştı. Dışişlerinden sorumlu Devlet Bakanı Lord Curzon, “Selanik’in 5 kilometre ötesinde asayişi sağlamaktan aciz Yunanlılar, nasıl olur da İzmir’de asayişi sağlayabilirler.” demişti. Yunan Albay Metaksas’ın da “Anadolu’ya asker çıkarmayalım, Türkleri Anadolu’da yenemeyiz, Anadolu mezarımız olur.” dediği Yunan işgali gerçekten de Türk milliyetçiliğinin yeniden dirilişini ve Kuva-yı Milliye/Müdafaa-i Hukuk direnişini başlatmıştı. İzmir’in işgalinden sadece dört gün Sonra Mustafa Kemal Atatürk eline geçen ilk fırsatı değerlendirerek 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış, Millî Mücadele’nin fitilini buradan ateşlemişti.
Tülay Hergünlü
İstanbul, 2 Mayıs 2023
*Ali Galip Olayı için “Ali Galip Nasıl Çark Etti” başlıklı yazımıza bakabilirsiniz. (https://xn--vatandaokumas-gbc79d.com/ali-galip-nasil-cark-etti/)
Tülay Hergünlü
……………………………………………………………………………………..
TBMM’nin açılışına giden tarihi süreç (7)
Atatürk’ün elinde ne para, ne düzenli bir ordu ve silah ne de cephane vardı. Ülkenin bazı yerlerinde yakılmış olan çoban ateşlerinin dışında düzenli ve ideolojik bir ordu ve bilinçli bir halk da yoktu. Onu bağımsızlık savaşına yönlendiren “Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek manevi bir kuvvet vardı.” dediği millete olan güvenci ve zafere olan kesin inancıydı. 20 Mayıs’ta Sadarete yolladığı yazıyla “İzmir’in Yunan askerince işgali, millet ve orduyu düşünülemeyecek ve tanımlanamayacak derecede içten yaralamıştır. Ne millet ve ne de ordu, varlığına karşı yapılan haksız tecavüzü sindirmeyecek ve kabul etmeyecektir.” diyerek millî mücadeleyi başlatacağının ilk sinyallerini vermişti.
Samsun’a çıkışından itibaren kurtuluş yolunda Anadolu halkının teşkilatlandırılması ve bağımsızlık yolunda verilecek mücadeleye hukuki zemin kazandırılması için büyük ve zorlu bir mücadele verir. Millî mücadelenin tanıtımı ve yayılması konusunda ülkenin ve dünyanın yetkili kişi ve kurumlarına telgraflar gönderir; iç ve dış basının sorularını da cevapsız bırakmaz. Bu çerçevede Yenigün gazetesine şöyle bir demeç verir: “…Ben sırf vatan ve milletime böyle bir tarihî dakikada tamamiyle kendimi verebilmek gayesiyle mukaddes mesleğimden ayrılıp milletin sinesine katıldım. Bu sebeple tamamiyle milletimin umumî iradesine boyun eğmiş durumdayım.” Tasvir-i Efkâr gazetesi sahibi Velit Bey’in Kuva-yi Milliye hakkındaki sorularına da şu cevabı gönderir: “Millî örgütün ileri gelenleri, vatanın müdafaası ve bağımsızlığı için kalpleri çırpınan milletin umum güzide evlâtlarıdır. Ana maksat, vatanın bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını temin etmektir.”
18 Ekim günü Sivas’tan Amasya’ya geçer. Burada Rauf Bey, Bekir Sami Bey ve İstanbul Hükûmetinin Bahriye Nâzırı Salih Paşa ile görüşür. Salih Paşa’ya Anadolu’nun güvenli bir yerinde Osmanlı Mebuslar Meclisinin toplanmasını kabul ettirir. Aynı günlerde İngiliz Generali George Francis Milne’de bir raporunda şu satırlara yer vermektedir: “…Millî liderler silahlı mukavemete iyiden iyiye kendilerini kaptırmışlardır. …Mustafa Kemal’in başkanlığındaki millî bir parti çetin bir cevize benzer!” General Milne çok haklıdır…
Ermeni Patrik Vekili Zaven Efendi’de boş durmamaktadır. Ermeni Neogolos gazetesine gönderdiği bir yazıda, Ermeni ailelerinin göçe başladığını, millî hareketin azınlık aleyhtarı bir hareket olduğunu, belirtir. Atatürk’ün Amasya’dan basına gönderdiği cevabı şöyledir: “Patrik Vekili Zaven Efendi’nin Neogolos gazetesinde ne amaçla yayınladığı bizce bilinen mektubun içeriğine gereğinden fazla önem vermeyi lüzumsuz görüyoruz.”
Tasvir-i Efkâr muhabiri Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey’e de şu demeci verir: “…Dünya, milletimizin hayatına ya hürmet edip onun birlik ve bağımsızlığını onaylayacaktır ya da son topraklarımızı son insanlarımızın kanıyla suladıktan sonra bütün bir milletin ölüsü üstünde reddolunmuş istilâ hırsını tatmin etmek mecburiyetinde kalacaktır.”
Atatürk, bir tarafta Millî Mücadele’ye hazırlanırken diğer tarafta da yurdun dört bir tarafında çıkarılan iç isyanları bastırmakla uğraşmaktadır. Ahmet Anzavur adlı bir kişinin başlattığı ve tarihe “Anzavur ayaklanmaları” olarak geçen isyan Manyas, Susurluk, Gönen ve Ulubat dolaylarında giderek yayılmaktadır. İsyan Millî Kuvvetler tarafından bastırılır. Anzavur’un 16 Şubat 1920’de Biga merkezli çıkaracağı ikinci isyanını ise Çerkez Ethem bastıracaktır.
İtilaf Devletleri Türk topraklarını aralarında paslaşmaya devam etmektedir. Atatürk 13. Kolordu’ya bir direktif gönderir: “…Urfa, Maraş ve Antep’in İngilizler tarafından Fransızlara devredileceği Avrupa basınının yayınlarından anlaşılıyor. …Urfa, Maraş ve Antep’i Fransızlara işgal ettirmemek ve işgal etseler bile, onları, orada barındırmamak için her tedbire hemen başvurmak gerekmektedir.” 27 Ekim günü Tokat’a geçer. Oradan da tekrar Sivas’a…
Salih Paşa ikna olmuştur ancak Harbiye Nâzırı Cemal Paşa, Genel Kurmay Başkanı Cevap Paşa ve Ahmet İzzet Paşa, Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin İstanbul dışında toplanmasının imkânsız ve aynı zamanda da tehlikeli olduğunu, bunu genel siyasetleri açısından sakıncalı gördüklerini bildiren telgraflar gönderirler. Atatürk ise, İstanbul işgal altında olduğu için gerçek bir tehlikenin mevcut olduğunu, İstanbul’da toplanmasının uygun ve doğru olmayacağına inandığını belirterek Millî Meclisin mutlak güven içinde taşra da toplanması konusunda ısrar eder.
Ülkenin güney bölgelerinden İngilizler çekilmekte ve buraları Fransızlar tarafından işgal edilmektedir. Atatürk Antep, Adana, Sis, Mersin ve Cebelibereket Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine birer telgraf çekerek; “…Türk hükûmeti parçalarından olan bu yerlerin Fransızlar tarafından işgalinin bütün hükûmet memurlarıyla Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziyeleri ve belediye başkanlıkları tarafından kamuoyu ve Amerika katında protesto edilmesi ve bu haksızlığın düzeltilmesinin istenmesini” bildirir. 10 Kasım günü de 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey’e dış siyaset hakkında bir telgraf gönderir. Şu cümlesi o günlerde olduğu kadar günümüze de ışık tutması açısından son derece önemlidir: “…Bugün dostumuz yoktur; ancak dostumuz millî bütünlüğümüz, örgütümüzdür.”
Osmanlı Hükûmeti “… Millî örgüt adına hükûmet işlerine müdahale edilmemesi” konusunda bir bildiri gönderir. Cemal Paşa’da Atatürk’e gönderdiği telgrafta bu hususu hatırlatarak; “… Şimdiki hâl bir müddetçik daha devam edecek olursa, Heyet-i Vükelâ’nın çekileceği muhakkaktır.” der. Heyet-i Vükelâ; sadrazam ve nâzırlardan oluşan Osmanlı hükûmetini temsil eden meclistir. Atatürk’ün cevabı ağır olur: “…Millî örgüte karşıt düşüncede bulunanlar ancak memleket ve millete düşman olanlardır.”
Suriye ve Kilikya’daki işgal kuvvetlerinin değiştirilmesi amacıyla İngiliz ve Fransızlar bir anlaşma yaparlar. Atatürk 14 Kasım günü bu konuda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Heyetlerine ve basına bir genelge gönderir: “… İngilizler, Fransızlarla 1916 yılında imzaladıkları antlaşmayı esas kabul ederek bu yıl Eylülün on beşinci günü ‘Suriye Antlaşması’ adıyla milletin tarihine yeni bir zulüm ve tecavüz sayfası daha ilave ettiler. Milletimiz Erzurum ve Sivas Kongreleriyle mukaddes ve meşru hukukunu savunma hususundaki azim ve kararını cihana ilan etmişti. Bu sebeple bu ve bu gibi varlığımıza ve meşru bağımsızlığımıza kasteden caniyane kararlara asla boyun eğmeyecektir!”
Suriye günümüzde de başımıza belâ edilecektir…
Osmanlı Hükümetinin, Mebuslar Meclisinin İstanbul’da yapılmasında ısrarı üzerine, Mustafa Kemal Atatürk 16 Kasım’da Sivas’ta “Komutanlar Toplantısı” yapar. Komutanların da hükûmetin görüşüne katılması üzerine Atatürk de kararı uygulamaya koyulur. Aynı gün Antep, Maraş ve Urfa’nın İngiliz işgalinden Fransız işgaline geçmesi üzerine itilaf devletleri temsilcilerine bir protesto gönderir: “… Yunanlılara işgal ettirilen Aydın vilayetindeki öldürme ve imha facialarının şimdi de Ermenileri alet eden Fransızların işgal ettiği Adana vilayetinde, Maraş, Urfa ve Antep’te aynen işlenmesi bütün bu siyasî haksızlıklara bir ilâve teşkil ediyor. İtilâf Devletlerinin yapmış ve yapmakta olduğu haksız davranışları şiddetle protesto eder ve onların memleketimiz ve milletimiz için daha insanî ve daha adaletli duygulara arzularıyla dönmelerini temenni ederiz. Milletimiz, topraklarının ayrılması ve taksimine ve esarete düşmeğe razı olmaktansa bütün maddî ve manevî kuvvetleriyle varlığını ve meşru hukukunu korumada kararlılıkla ve ısrarla devam edecektir. Bu meşru ve kutsal kararda milletimizin bütün anlamıyla beraber olduğunu İtilâf devletlerine haber vermek isteriz. Bu hususta milletimizin yükselen meşru sesini duymak istemeyerek tutulan insanlık dışı yolda devamın verebileceği sonuç pek acı olabilir!”
Mustafa Kemal Atatürk’ün uyarılarına kulaklarını tıkayanlar, bir gün bunun acı sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaklarını akıllarına bile getirmemektedirler.
Tülay Hergünlü
İstanbul, 3 Mayıs 2023
………………………………………………………………………………………………………
TBMM’nin açılışına giden tarihi süreç (8)
Mustafa Kemal Atatürk, Millî teşkilâtın yayılması konusunda çalışmalarını sürdürmektedir. Müdafaa-i Hukuk örgütüne ve köylere kadar yayılmasını isteyen bir telgraf çeker. “…Bu pek hayatî ve mühim meseleye ivedi çare bulmak, vatanın geleceğiyle ilgili olan millî örgütü, sağlam esasa dayandırma amacıyla kolordu ve tümen komutanlarının ve askerlik dairesi başkanlarının bu mukaddes vazife ile doğrudan doğruya meşgul olmaları, bu yolda temasta bulundukları başkanlar ve mülkiye memurlarının vatansever yardımlarından azamî istifade etmeleri gereği karar altına alınmıştır.”
Heyet-i Temsiliye üyeleri ve bir kısım komutanların müşterek toplantısında da şunları söyler: “…Bu hükûmet yahut bir başkası, bizimle anlaşmaya yanaşmazsa bizim işimiz, teşkilâtımızı daha da güçlendirerek devam etmekten ibaret kalacaktır”
Öyle de olur. Teşkilatların güçlendirme çalışmaları hızla devam eder. Demirci Mehmet Efe Nazilli’den Atatürk’e yörede bulunan İngiliz Albayı ile görüşmesini bildiren telgrafında şöyle demektedir: “İzmir ve Aydın vilayetinde bir tek Yunan askeri kalmayıncaya kadar mücadeleye karar verdiğimiz, araya İngiliz ve Fransız kuvvetleri girmiş olsa bile silâh kullanmaya mecbur olacağımız evvelce kesin bir dille bildirildi. Karşımıza her kim çıkarsa çıksın vatanı kurtarmak için bundan başka sözümüz olmadığını, olamayacağını arz ederim, efendim.”
Millî teşkilatların güçlenmesi ile birlikte millî ordunun düzenli harekât kabiliyetine kavuşmaya başlaması İtilaf Devletlerinde rahatsızlığa neden olmaktadır. Fransız hükûmetinin Suriye temsilcisi François Georges Picot, Sivas’ta Atatürk ile gerçekleştirdiği görüşmede; “…Kilikya’ya doğru yürümekte olan millî ordularınızın bulundukları yerde kalmaları için derhal emir verirseniz her şey esasından halledilmiş olacaktır” uyarısında bulunur. Atatürk; “Fakat benden mümkün olamayacak bir şey istiyorsunuz! Milletin bağımsızlığı tehlikeye girdiği vakit millet, kendi ordularını kendi toplar ve yalnız bir hareket tarzı kabul eder. O da kurutuluş uğrunda sonuna kadar kanını dökmek! Eğer Kilikya’da Türk’ün bağımsızlığını almak gibi bir niyetiniz olmadığını gerçekten ispat edecek olursanız, bu orduların üzerinize yürüyerek sizinle muharebeye tutuşacaklarını zannetmem. Görüyorsunuz, istediğiniz şey gerçekten benim elimde değildir!” diyerek kestirip atar.
Vahdettin, 30 Mart 1919’da Sadrazam Damat Ferit aracılığıyla İngilizlere onursuz bir teklif sunmuştur. Bu teklife göre İngiltere, “Gerekli gördüğü yerleri 15 yıllığına işgal edebilecek; Sultan, Osmanlı bakanlıklarında gerekli görülen İngiliz müsteşarlarının tayinine izin verecek; her ile birer İngiliz konsolosu tayin edilecek; bu konsoloslar 15 yıl süreyle valinin yanında müşavirlik yapacak; Türkiye’deki seçimleri İngilizler kontrol edecek; İngiltere, Türk maliyesini çok sıkı kontrol etme hakkına sahip olacak ve doğu halkının anlayışına göre anayasa sadeleştirilecek” tir. Türkiye’nin koşulsuz bir İngiliz sömürgesi olmasını sağlayacak olan bu ihanet içeren teklife İngiltere’den bir cevap gelmez. Ancak, Vahdettin, İngiltere’ye yalvarıp yakarmaya devam etmektedir. Damat Ferit, 8 Eylül 1919’da İngilizlere Padişahın daha cazip bir teklifini sunar. İngilizler bu teklifi kabul ederler. Damat Ferit, Padişah Vahdettin’in temsilcisi sıfatıyla İngilizlerle 12 Eylül 1919’da bir “gizli antlaşma” imzalar. Atatürk bu “Türk-İngiliz Gizli Antlaşması” hakkında Nutuk’ta şu bilgileri vermektedir:
“12 Eylül 1919’da Sadrazam Damat Ferit ile İngiliz temsilcisi arasında imzalandığı ve az sonra padişahça onaylandığı ileri sürülen bir gizli antlaşma, Fransızlarca ele geçirilip yayınlanmıştır. Bu belgenin gerçekten var olup olmadığı üzerinde çok tartışılmıştır, ancak o sırada duruma ve hem İngilizlerin, hem de padişahın istek ve düşüncelerine çok uygun olduğu ve bunların kâğıt üzerine dökülmesinden ibaret bulunduğu için gerçek durumun bir ifadesi sayılabilir. (…)
Atatürk, gelişmeleri daha yakından izlemek ve yönetebilmek için 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelir. Yoğun bir çalışma sonucu hazırladığı “Misak-ı Millî’yi İstanbul’a gidecek olan mebuslara anlatır. Rauf Bey’e metni vererek bunun Meclis tarafından onaylanmasını ister. Ayrıca, kendisinin İstanbul’a gitmeyeceği için gıyabında meclis başkanı seçilmesini, Mecliste “Müdafaa-i Hukuk” grubu kurulmasını önerir.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920’de toplanır. Meclis, Mustafa Kemal’in isteklerinden yalnız Misak-ı Millî’yi kabul eder; “Millî sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.”
Millî Misak ya da “Ulusal Ant” Mebusan Meclisi tarafından 17 Şubat 1920’de yayınlanır. İlk kez ulusal sınırlar içinde vatan sınırları çizilmekte ve tam bağımsızlık ilkeleri kabul edilmektedir. Atatürk, Osmanlı Mebusan Meclisi’nde ulusal bir zafer elde etmiştir.
İngilizler de boş durmamaktadır. İstanbul’u işgal ederler. 6 Mart sabahı, İngiliz Yüksek Komiserliği, işgalin gerekçesini bildiren bir notayı (ültimatomu) Sadrazam’a verir. Notada şöyle denilmektedir: “Osmanlı Hükümeti başta Kilikya olmak üzere çeşitli yerlerde meydana gelen olaylardan sorumlu olan ‘Mustafa Kemal Paşa’ ve diğer sözde ‘milliyetçi’ liderlerle ilişkisini derhal kesecektir. Eğer bu çeşit olaylar tekerrür edecek olursa, Türkiye barışında öngörülen şartlar çok daha sertleştirilecek ve şimdiye kadar verilmiş olan tâvizler geri alınacaktır. İstanbul’un işgali, Barış Antlaşması’nın şartları kabul edilip uygulanıncaya kadar devam edecektir.”
İstanbul 16 Mart 1920’de de resmen işgal edilir. İngilizler, Şehzadebaşı Karakolu’na saldırır ve 6 erimiz şehit edilir. Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı basılır ve milletvekilleri tutuklanır. Harbiye Nazırı Fevzi Paşa’nın göğsüne süngüler dayanır, Eski Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın evi basılır, giyinmesine bile fırsat verilmeden öldürülür. Yollar tutulur; İstanbul’daki bütün resmî yerler işgal edilir. Şehrin önemli yerlerine top ve makineli tüfekli birlikler yerleştirilir. Sıkıyönetim ilan edilir. Bir bildiri yayınlayan İngiliz işgal kuvvetleri, işgalin esaslarını şöyle açıklar: “ İşgal geçicidir. … İtilâf Devletleri, Padişahlığı yıkmayı düşünmemektedir. … İtilâf Devletleri, Türklerin elinden İstanbul’u almayı da düşünmemektedirler. …Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntıları üzerinde yeni bir Türkiye inşa etme ümidini yıkmaya çalışanlara kimse kanmamalıdır. İstanbul’daki Padişah’ın emirlerine itaat etmek herkesin görevidir…”
Baskılara dayanamayan Sadrazam Salih Paşa istifa eder ve yeni kabine Damat Ferit tarafından kurulur. İşgal devletlerinin istediği tam da budur…
…………………………………………………………………………………
TBMM’nin açılışına giden tarihi süreç (9)
Damat Ferit’in ilk işi İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sir John Michael de Robeck’i ziyaret etmek olur. Yani Osmanlı İmparatorluğu’nun Sadrazamı, bir işgal devleti temsilcisinin ayağına gitmiştir.
Mustafa Kemal, İstanbul’un fiilî işgali üzerine millete şöyle seslenir: “… Bugün, İstanbul’u zorla işgal etmek suretiyle Osmanlı Devleti’nin yedi yüz senelik hayat ve hâkimiyetine son verildi. Yani bugün Türk milleti, medenî kabiliyetinin, hayat ve istiklâl hakkının ve bütün istikbalinin müdafaasına davet edildi.”
Damat Ferit hükümeti İngiliz baskıları karşısında Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’ye birbirini tamamlayan beş fetva yayınlatır. Bu fetvalarda Kuva-yi Milliye, “eşkıya kuvvetleri” olarak vasıflandırılmakta ve “…ülkede savaşmaya ve vuruşmaya güç ve kudreti bulunan bütün Müslümanların halife ve Padişah’ın etrafında toplanmaları ve bunlarla mücadele edilmesi ile ilgili yapılacak çağrılara ve yayınlanan emirlere uyarak Kuva-yı Milliyeci denilen eşkıyalarla savaşmalarının dinî bir zorunluluk olduğu” bildirilmektedir.
İstanbul’un işgali üzerine Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı 18 Mart 1920’de son toplantısını yapar ve çalışmalarına ara verme kararı alır. 11 Nisan 1920’de de Padişah iradesiyle feshedilir. Atatürk ve beraberindekilerin geri adım atacağını zanneden İngilizlere ve Damat Ferit’e en güzel cevap, Ankara’da verilir; 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılır…
İstanbul’un işgali esnasında baskından kurtulan son Osmanlı Meclisi’nin milletvekilleri ve de yeni seçilenlerle, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) dualar eşliğinde açılır. TBMM’nin ilk Meclis Başkanlığı’na Mustafa Kemal seçilir. Burada oluşturulan meclis ve hükûmet, Türkiye’nin yönetimini ele alır. Osmanlı Devleti’nin yetkileri ise sadece İstanbul ve civarıyla sınırlı kalacaktır…
Ankara’da Meclis coşkusu yaşanırken İstanbul’da Damat Ferit, başta Mustafa Kemal olmak üzere beraberindekileri de kapsayan idam fermanları çıkartır. Vahdettin hiç bekletmeden kararı imzalar; idam cezası ile de yetinmeyip Mustafa Kemal’in rütbesini yarbaylığa indirir. İhanetin son perdesi, saltanat uğruna acımasızca sergilenmektedir.
Tüm bu ihanetlere rağmen Türkün Millî Meclisi açılmış ve Cumhuriyet’in ilânına giden aydınlık yol görülmüştür. Ama öncelikle düşmanı Türk yurdundan bütünüyle atmak gerekmektedir. Bunun için tüm hazırlıklar sürdürülmektedir. Elbette o zafer günü çok uzakta değildir.
TBMM kolay kurulmadı. Cumhuriyet’in sınırları kanla çizildi. Kısaca bu ülkeyi bu millet kucağında hazır bulmadı. Günümüzde halkın egemenliğini reddeden zihniyetin Gazi Meclis’i işlevsiz hâle getirme çabalarını ibretle izliyoruz. İstedik ki bu yazı dizisiyle Türk gençliğine geçmişin acı gerçeklerini bir kez daha hatırlatalım ve ülkelerine sahip çıkacak millî bilinci yeniden oluşturalım: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilelebet payidar kalması için ve şehitlerimizin ruhu için…
“Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
Ülkene ve Cumhuriyetine sahip çık!
Tülay Hergünlü
İstanbul, 29 Mayıs 2023
BENZER HABERLER
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK HABERLER