25 Eylül 2023 - Hoşgeldiniz

Çanakkale'nin Dünyaya Açılan Penceresi

“YETER SÖZ MİLLETİNDİR” DİYE GELDİLER VE…

“Yeter söz milletindir!” sloganı Cumhur ve Millet İttifakları tarafından paylaşılamıyor.

26 Ocak 2023 - 13:36

2034 Kişi Okumuş
“YETER SÖZ MİLLETİNDİR” DİYE GELDİLER VE…

“Yeter söz milletindir” diye geldiler ve… (1)

 14 Mayıs 1950 seçimlerinde iş başına gelen Adnan Menderes iktidarının “Yeter söz milletindir!” sloganı Cumhur ve Millet İttifakları tarafından paylaşılamıyor. AKP iktidarının 2023 seçimleri için bilinçli olarak karar verdiği tarih de 14 Mayıs…

Cumhurbaşkanı, “Rahmetli Menderes 14 Mayıs 1950’ de ‘Yeter söz milletindir’ diyerek milletin gönlüne girmiş ve sandıktan ezici bir zaferle çıkmıştır… Milletimiz bu müstemleke heveslilerine ‘yeter’ diyecektir.” dedi. Millet İttifakı’ndan İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ise “İyilik memleketin her yerine ulaşacak. 14 Mayıs işte bunun miladı olacak. Kurtla öldüren, çobanla yiyen, sahibiyle ağlayanlara hep birlikte hep bir ağızdan ‘Yeter söz milletindir’ diyeceğimiz mukaddes bir milat olacak.” diyerek DP’nin sloganına sahip çıktı.

Hadi bu iki parti, tabanları itibariyle DP’ye çok yakın olduğu için onları anlarız da CHP’nin bu sloganı sahiplenmesini anlamak mümkün değil. Nitekim CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da, “14 Mayıs gelince de ‘Yeter söz milletin.’ dedik. Millet İttifakı da zaten bunu istiyor. Yeter söz milletin olacak.” dedi. Belki de 1950 yılının hezimetinin rövanşını almak için bu sloganı sahipleniyor; bakalım, göreceğiz…

Mademki siyaset 1950-1960 yılını yeniden gündeme getirdi. Bize de bakalım o yıllarda neler olmuş diyerek kaleme sarılmak düşüyor; hafıza tazeleme adına. Yazı dizimize başlayalım.

1 Mayıs 1950 tarihi, Türkiye için yeni ve çok tartışılacak bir dönemin başlangıcı olur. Milletvekili seçimlerinde DP, 411 milletvekili çıkartarak ezici bir çoğunlukla seçimleri kazanır ve iktidar olur. Yılların CHP’si ancak 69 milletvekili çıkarabilmiştir. Bazı aydınlarca 1950 yılı, Türk devrim tarihinde bir kırılma ve geriye dönüş olarak kabul edilmektedir.  

Orhan Veli Kanık 15 Nisan 1950 günü Yaprak dergisinde şöyle yazar:

“Seçimler bitti. Demokrat Parti, Halk Partisi’ni korkunç bir bozguna uğrattı. Oysaki Halk Partisi, halkı kazanacağını umarak, fikirleriyle prensiplerinden son zamanlarda ne fedakârlıklar etmişti. Bütün yayınlarına göz yumulan din dergileri, okullara konan din dersleri, yeniden açılan İlahiyat Fakülteleri, imam-hatip kursları, türbeler, şahsi sermayeye sağlanan imtiyazlar, her türlü irticaa tanınan haklar… Hiçbiri, hiçbiri kâr etmedi. Zavallı Halk Partisi.”

1950 yılının Eylül ayında gerçekleştirilen yerel seçimlerde de DP, ezici bir zafer kazanır. 600’den fazla belediyeyi elinde tutan CHP’den 560 belediye DP’ye geçer. Başbakan Menderes seçim zaferinden sonra “Türk milleti Halk Partisi’ni 14 Mayıs’ta iktidardan tasfiye etmişti, 3 Eylül’de de muhalefetten tasfiye etti!” der.

Yeni hükümette Adnan Menderes BaşbakanCelal Bayar ise Cumhurbaşkanı olarak göreve başlar. İki kurucudan Fuat Köprülü Dışişleri Bakanı, Refik Koraltan da Meclis Başkanı olur. Partinin logosunda yer alan “beyaz at” figürü halkın diline “kırat” olarak yerleşir. Halk da “demokrat” ve “kırat” kelimelerini birleştirir ve ortaya bir  “demirkırat” çıkar.  Seçmen oy kullanırken tercihini “kırat” tan yana kullanır. DP’nin ana sloganı “Yeter! Söz Milletindir!” yazısı ile afişte yer alan “dur” işaretini çağrıştıran el resmidir ve bu resim yıllarca hafızlardan silinmeyecektir. O yılları anlatanlar, DP’nin seçim zaferinde bu afişin büyük bir payı olduğunu iddia ederler.

Adnan Menderes’in, Meclis konuşmasında kullandığı cümleler, izleyeceği yolun ne kadar sert olacağının da habercisi gibidir. Menderes yıllarca içinde milletvekilliği yaptığı, kararlara vekil sıfatıyla imza attığı CHP iktidarı dönemini acımasız bir üslûpla eleştirir ve “… Tarihimizde ilk defadır ki yüksek heyetiniz, millî iradenin tam ve serbest bir tecellisi neticesinde, millet mukadderatına hâkim olmak mevkiine gelmiş bulunuyorsunuz…”  sözleriyle, eski Meclis mensuplarını, sanki milletin iradesi dışında göreve gelmekle suçlar. Menderes’in şu cümleleri ise çok daha vahim bir anlayışın âdeta dışa yansıması gibidir: “…Memleketimizin geniş imkânları ile milletimizin yüksek vasıfları göz önünde tutulacak olursa, uzun yılların beyhude israf edilmiş ve hatta memleketin tabii inkişaf seyrinin hatalı ve sakat politikalarla engellenmiş olduğuna hükmetmek icap eder. Millî ve siyasî murakabeden mahrum bir iradenin, çok uzun yıllar sürüp gitmesi, birçok hataların irtikâbına, israflara, ifratlara yol açmıştır. Böylece zaman, müdahaleci, kapitalist, bürokratik ve inhisarcı bir devlet tipi ortaya çıkarmıştır.”

“Millî irade dışı” olarak nitelendirdiği 27 yılın içine Atatürk dönemini de dâhil eden Menderes, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Cumhurbaşkanı seçildiği o coşku dolu anları ve 15 yıla damga vuran topyekûn kalkınma dönemini bilinçli bir edayla görmezden gelmektedir. İstiklâl Savaşı’nın “Galip Hocası” Celal Bayar da başlangıçtan itibaren Atatürk’ün yanında yer aldığını ve 1920 yılından itibaren de Gazi Meclis’te, CHP’ nin çıkardığı her kanunun altında imzası olduğunu inkâr eden bir havaya girmiştir. Sanki o imzaların sahibi Celal Bayar değil de bir başkasıdır. 1946 yılında henüz yeni bir muhalefet lideriyken; “… Şerefleri ve mesuliyetleri ile mazi hepimizindir. Ne yapılmışsa iyi niyetle yapılmıştır. Ve bence, zamanın en iyi tedbirleri alınmıştır…” sözleri de hatırlanacak olursa, nasıl ikiyüzlü bir siyaset izleyeceklerini anlamak çok da zor olmasa gerektir.

1950 yılının Başbakanı Adnan Menderes ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar; 10 yıllık iktidarları süresince “millî irade dışı” ve  “müdahaleci kapitalizm” olarak suçladıkları 27 yıllık dönemin yani tek parti (CHP) döneminin tüm uygulamalarının altında kendi imzalarının da bulunduğunu, Türk milletinden gizleyerek eylem ve söylemlerine devam edeceklerdir.

DP’ nin iktidarının ilk günlerine dönecek olursak… Bu yeni dönem başlangıçta herkese iyi gelir. Çiçeği burnunda hükümetin ilk icraatlarından biri, İstiklâl Savaşı’na katılmış üst komutanlardan bazılarını pasif görevlere getirmek, bazılarını da emekli edilmek suretiyle tasfiye etmek olur. 15 general ve 150 albay da birkaç ay içinde emekliye sevk edilir. Bazı valiler de aynı akıbete uğrayacaklardır. DP’nin göreve gelir gelmez neden böyle bir operasyona giriştiği sorusunun cevabı ise yine Adnan Menderes’in tutumunda yatmaktadır. Menderes, daha iktidarlarının ilk ayında CHP’yi, orduyu darbe yapmak için kışkırtmakla suçlar. Menderes’in, bu kadar kısa sürede ordunun darbe yapamayacağını idrak edecek bir zekâya sahip olduğu düşünülecek olursa, siyasetin temelini “ordu” ve “27 yıllık dönem” üzerine kurduğu bellidir ve bu durum, ilerleyen yıllarda daha iyi anlaşılacaktır.

DP, demokrasi vaatlerini gerçekleştirmekten uzak bir siyaset izlemektedir. İktidar baskıcı tutumunu her geçen gün biraz daha artırmaktadır. İktidar olalı henüz bir ay bile olmamışken, Ramazan ayının Cuma’ya denk gelen 16 Haziran 1950 günü ezan yeniden Arapçalaştırılır. 1932 Ramazanı’ndan itibaren Türkçe okunan ezanlar, salâlar ve tekbirler artık Arapça okunacaktır. DP’nin, kadınlar hakkındaki düşünceleri söylemlerine de yansımaktadır. Günümüz iktidarıyla bire bir örtüşen o söylemlerden bazılarını karşılaştırma yaparak buraya alıyoruz:

DP’li Abdurrahman Boyacıgiller; “… Yalnızca lüksü için çalışan kadınlar işsizliğe neden olmaktadırlar; bunların yerine aydınların çalıştırılması gerekir.” DP’li Talat Vasfi Öz; “… Hükümetin önünde bir kadın memur davası vardır… ahlâk bakımından aile bağlarını gevşetici, sarsıcı, tahripkâr… sonuçları vardır…”

Günümüzün Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Maliye Bakanı Mehmet Şimşek: “İşsizlik oranı niye artıyor biliyor musunuz? Çünkü kriz dönemlerinde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınlar arasında kriz döneminde işgücüne katılım oranı daha artıyor!” Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu: “Annelerin, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir!” Millî Savunma Bakanı Vecdi Gönül: “Türk hanımları evinin süsüdür, erkeğinin şerefidir. Batı kadınları maalesef ezilmektedir.”

Başbakan Adnan Menderes de bu tarz konuşmalardan geri kalmayacaktır; “Şimdiye kadar baskı altında tutulan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılâp softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Türkiye bir Müslüman devletidir ve Müslüman kalacaktır. Müslümanlığın bütün icapları yerine getirilecektir.”

Menderes, Atatürk’ün Kur’an’ı ve hadis kitaplarını Türkçeye çevirtmesinin ne anlama geldiğini kavrayamamış ya da kavramak istememiştir. Aksine, Atatürk döneminde bu anlamda atılan adımları görmezden gelmiş, İslam adına birikmiş örf ve âdetleri din sanan tarikatların ve cemaatlerin taleplerine göre hareket etmiştir. Atatürk döneminin İslam dini ile ilgili uygulamalarına devam edilebilseydi, belki de Türkiye ilim ve bilimde ilerlemiş, aydınlık bir Müslüman ülke haline dönüşecekti!

Menderes’in bu sözlerine karşılık şair (!) Necip Fazıl Kısakürek bakın neler söyler “…Böyle bir sözü söyleyecek başbakanın kölesi olduğumuzu söylemekten şeref duyarız. Tekrar ediyoruz; partimize, siyasi muhitimize, kabinemize, tezatlarımıza ve hatıra gelen gelmeyen her şeyimize rağmen, en saf ve halis tarafından azat kabul etmez köleliğimizi kabul buyurunuz.”

Günümüzün AKP iktidarı Ordu’nun doktor milletvekilinin: “…biz Tayyip ağabeye ihaneti bırak, sırtımızda taşımamız lazım. Yani ayakkabısını elimizle yalamamız lazım.” sözleriyle ne kadar örtüşüyor değil mi?

Tülay Hergünlü

İstanbul, 24 Ocak 2023

……………………………………………………………………………………………………………….

“Yeter söz milletindir” diye geldiler ve… (2)

 Atatürk’ün vefatının hemen ardından Cumhuriyet devrimlerinin nasıl ters yüz edildiğinin bir kez daha anlaşılması için, DP iktidarında, Konya Kadınhan İlçe Kongresi’nde bir delege neler istemiş onu görelim;

Fes ve sarık giyilmesine izin verilmesi, hafta tatilinin yeniden Cuma gününe alınması, kadınların açık saçık gezmelerinin yasaklanması, birden çok kadınla evliliğe izin verilmesi… Devletin dininin İslam olarak yer alması, kadınların çalıştırılmaması,  evlenme, boşanma ve mirasta erkeklere daha fazla hak verilmesi, kızların ilköğretimden sonra okutulmaması, baloların ve kadın resimlerinin yasak edilmesi, kadın memurların işten çıkarılması, devrimlerin faydasız ve zararlı olduğu, eğitimin Arap harfleriyle verilmesi, tekke ve zaviyelerin yeniden açılması…”

Atatürk’ün eğitim devrimlerinin tahribatına oy uğruna göz yuman Menderes iktidarı, bu tarz konuşmaları da hoşgörüyle karşılayacaktır…

Adnan Menderes, siyaseten nereden vuracağını çok iyi bilmektedir; din ve eğitim… Tüm icraatlarını bu iki konu üzerine kurmuştur. 30’lu yıllarda Halkevleri için “şiddetli ihtiyaç” nitelendirmesinde bulunan Menderes, 50’li yıllarda yani kendi iktidarlarında 180 derece dönecek ve Halkevlerini, “faşist anlayışın ürünü” olarak niteleyecektir.

Menderes bir taraftan Atatürk’ü koruyor görünürken diğer taraftan da Atatürk ve devrim düşmanı ne kadar yazar-çizer ve yayın varsa hepsine kol kanat germektedir. Bunların içerisinde en saldırganı şüphesiz Necip Fazıl Kısakürek’in yönetimindeki Büyük Doğu Dergisi’dir. Büyük Doğu Dergisi’nin 38.sayısının kapağındaki şu cümle bu durumu çok iyi yansıtmaktadır; “27 yıl millet fare oldu, fare kedi. Bizimle 27 yıl böyle oynayan küfür sıçanını gebertmeden evinize huzur girmez!”

1953 yılında Türkiye-ABD telefon hattı açılır. Artık ABD Başkanı, Türkiye’ye bir “alo” kadar yakındır… Aynı yıl Türkiye ile Birleşmiş Milletler arasında “Teknik Yardım” anlaşması imzalanır. Anlaşma ile Türkiye’ye imar ve iskân konusunda yardım edilecektir. “Yardım” adı altında Türkiye’nin ekonomik işgali sürdürülmektedir.

DP’nin CHP düşmanlığı ise her geçen gün artmaktadır. CHP’nin bütün mal varlığını “haksız iktisap” gerekçesiyle Hazine’ ye devreden bir yasa çıkarılır. İsmet İnönü “haksız iktisap” konusuna itiraz eder ve tarihe geçen şu cümlesini sarf eder; “Tarih kürsüsünden halinizi seyrediyorum. Suçluların telaşı içindesiniz! Işıktan korkuyorsunuz!”

ABD Temsilciler Meclisi Dış Ekonomik İlişkiler Komisyonu Başkanı Clarence Randall, Türkiye’yi sık sık ziyaret etmekte ve “Sermaye ürkektir, bu nedenle önündeki tüm engellerin, kısıtlamaların kaldırılması gerekir!” tarzında demeçler vermektedir. 1951’de çıkarılan “Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu” ndan beklenen yarar sağlanamamıştır. Bu defa ABD’li Randall’ın tavsiyesi yerine getirilir ve “Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu” çıkarılır. (1954) Bu Kanun ile yerli girişimcilere tanınan tüm haklar yabancı sermayeli firmalara da sağlanır. Mart ayında, yabancı sermayeye petrol arama ve iş birliği sağlayan, yeni bir Petrol Kanunu Meclis’te kabul edilir. Kanunu hazırlayan zat, İsrail Petrol Kanunu’nu da hazırlayan hukukçu ve jeolog Max Ball’dir. Petrol Kanunu ile petrol faaliyetleri yerli ve yabancı özel sermayeye sonuna kadar açılmıştır. Önceki kanunlarda tek yetkili devlettir. Bu kanunla devlet, petrolde devletçilik uygulamasından vazgeçmektedir. CHP, yeni petrol yasası ile kapitülasyonların geri geleceği eleştirisinde bulunur.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar, ABD Başkanı Dwight Eisenhower’ın davetlisi olarak tantanalı bir törenle ABD yolculuğuna çıkar. Bayar, ABD’yi resmi olarak ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanıdır. ABD başkanının kapılarda karşıladığı, Yahudi cemaatinin gümüş madalya ile taltif ettiği Celal Bayar, Washington’da düzenlediği basın toplantısında şunları söyler: Türk milletinin satın alma gücünün artması ve hayat standardının yükselmesiyle, ülkemiz mamul maddeler ve tüketim malları için büyük bir pazar durumuna gelecektir. Türkiye’ye harcanacak her dolar, verimli bir toprağa ekilmiş refah ve bereket filizleri verecek bir tohum gibidir.” Bayar, Türkiye’nin ürettiğini satan değil de tüketen bir pazar haline gelmesini, iç piyasasını yabancı mallara ardına kadar açmasını ve borçlandırılmasını refah ve bereket olarak nitelendirerek âdeta bir akıl tutulması yaşamaktadır. İlave olarak Türk topraklarında, ABD’nin üs kurması ve asker bulundurması kabul edilir… ABD bu sayede 1954 yılından günümüze kadar yerleştiği Türk topraklarından bir daha çıkmayacaktır.

9 Mart 1954’de yayın yoluyla suç işleyenlere ağır cezalar getiren yasa, Meclis’ten çıkar. Yasanın ardından “cadı avı” başlatılır. DP’nin iktidarı boyunca çok sayıda gazeteci, yazıları nedeniyle ya hapis cezası ya da para cezasına çarptırılacak, gazeteleri ise tamamen veya kısa süreli olarak kapatılacaktır.

1954 yılı seçimlerinde halk DP’yi yeniden iktidara taşır ve Adnan Menderes 3. iktidarını kurar, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna yine Celal Bayar oturur. DP’ye oy vermeyen ve Osman Bölükbaşı’yı seçen Kırşehir cezalandırılır; il vasfını kaybeder ve Nevşehir’in ilçesi olur. Aynı akıbete Malatya da uğrar. Seçimlerde CHP’ye oy veren Malatya’nın bir bölümü artık Adıyaman ilidir.

  1. Dünya Savaşı boyunca İnönü ve CHP iktidarı tarafından başarılı bir biçimde yürütülen tarafsızlık politikası, dış ticaret ilişkilerini geliştirmişti. Merkez Bankası rezervleri de altın ve döviz bakımından hayli iyi durumdaydı. Bu duruma Marshall yardımıile gelen tarımsal araç ve gereçler de eklenince tarım kesiminde olumlu bir hava esmişti. II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada baş gösteren tarımsal ürünlere duyulan ihtiyaç nedeniyle Türk tarım ürünleri dış pazarlarda müşteri bulmuş, ülke ekonomisinde bir genişleme meydana gelmişti. Ancak bu genişleme 1954 yılına gelindiğinde yerini daralmaya bırakır. İktisadi planlamayı reddeden, Atatürk’ün kalkınma planlarını ise elinin tersiyle iten DP iktidarında, rastgele yapılan yatırımlar, hesapsız harcanan krediler, enflasyon ve döviz darboğazı kendini iyice belli etmeye başlar. Hal böyle olunca da dış kredi arayışına girişilir. Muhalefetin, kredi borçları nedeniyle yaptığı eleştirilere Adnan Menderes şöyle cevap vermektedir; “Onlar hâlâ ninelerimizin ‘İşten artmaz, dişten artar’ düsturunu gütmektedirler. Hâlbuki dişten biraz artar, asıl artış işten olur. Süratle geliştirmek ve kalkındırmak kredinin mucizevî vasfıdır. Bugünkü medeniyet, kredi üzerine kurulmuştur, kredi medeniyetidir. Amerika, İngiltere, Fransa kredi yüzünden, kredi sayesinde bugünkü seviyelerine yükselmişlerdir. Bizim de çeyrek asır yerimizde saymamız onların (yani CHP’ nin) bu sakim (hastalıklı) ve köhne düsturları yüzünden olmuştur.”

İstanbul’da yakacak, et, ekmek ve çeşitli gıda maddeleri sıkıntısı bir türlü önlenememektedir. İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay halka, “Evlerinizde odun, kömür istifçiliği yapmayın, haftada iki defadan fazla et yemeyin, yiyebileceğinizden fazla ekmek almayın!” çağrısında bulunur… Artık kendi yağıyla kavrulan bir Türkiye değil, hibeler ve ABD kredileri ile ekonomi çarkını döndürmeye çalışan bir Türkiye vardır…

Kasım 1954’te ABD, buğday ithali için Türkiye’ye 2 milyon 300 bin dolar kredi açar. “Sen üretme benden satın al” politikası, giderek ivme kazanmaktadır. ABD, bir taraftan Türkiye’yi borçlandırmakta diğer taraftan da, kendi ürünlerinin satın alınmasını sağlamaktadır. Borçlandır, borç verdiğin krediyi satış vasıtasıyla geri al… Çifte vurgun… Nitekim 1956 yılında Menderes’in davetlisi olarak Türkiye’ye gelen ABD’li iktisatçı ki zaten her konuda Amerikan heyetleri Türkiye’de konuşlanmışlardır, Max Weston Thornburg (meşhur Thornburg raporunu hazırlayan zâtı muhterem) şöyle diyecektir; “ABD’nin Türkiye’ ye yardım yapması kendi lehinedir.”…

1955 yılına gelindiğinde bazı malların bulunmasında sıkıntı baş gösterir. Örnek; çuval, sicim, pulluk, demir, tekel maddeleri, şeker, gazyağı, lastik, çimento, kahve gibi bazı ihtiyaç maddeleri ortadan kalkmıştır. Ülke, nal çivisi bile ithal edemez duruma düşer. İstanbul’da hane başına yüz gram kahve, iki yüz elli gr. şeker dağıtımına başlanır. Menderes ise muhalefeti, “şu veya bu madde yok” diyerek “suni buhranlar yaratmakla”“karaborsayı tahrik etmekle” suçlamaktadır. İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, evlere şenlik bir açıklama daha yapar ve ete 5 Lira narh (fiyat) konulduğunu söyler ve “Her gün et yemeyin, yumurta da çok yararlıdır!” der… Ne kadar tanıdık değil mi?

1956 yılına gelindiğinde o parlak vaatler, yerini tamamen hayal kırıklığına bırakır. DP, 1950-1954 yılları arasında uyguladığı kalkınma ve istikrar programını daha sonraki yıllarda sürdüremez. Dış ödemeler dengesi giderek bozulmakta, yatırımlardaki aşırılık ve plansızlık devletin ödeme gücünün üzerinde seyretmektedir. Tarım ürünlerine olan talebin azalması da Türkiye’yi oldukça etkilemektedir. Yaşanan tüm olumsuzluklar dış ticaret hacminin azalmasına, buna bağlı olarak dış ticaret açığının giderek yükselmesine neden olur. Diğer yandan yurtiçi ve yurtdışı fiyatlar arasındaki fark, TL’nin aşırı değerlenmesine yol açar. Uluslararası finansal kuruluşlar, kur ayarlaması yapılması yönünde Türkiye’ye baskı yapar. İktidar buna yanaşmaz. Bu arada bazı gıda malzemelerinin azalması ve yokluğu devam etmektedir; Ankara’da da kahve vesikaya bağlanır.

1956 yılında, hükümetin hazırlayıp sunduğu yeni Basın Kanunu, Meclis’te kabul edilir. Hürriyet Partisi adına konuşan Turan Güneş“Bu kanunla, değil basın özgürlüğü, basın bile kalmayacak!” der ve öyle de olur. Gazeteler kapatılır, dergiler toplatılır; gazeteciler hapse atılır. Karadeniz gezisinde olan Kasım Gülek, Rize’de bazı dükkân sahiplerinin sıra ile ellerini sıktığı için bir gösteri yürüyüşü yaratmakla suçlanmaktadır. Gülek bu suçtan dolayı altı ay hapse mahkûm edilir. Tanıdık geldi mi?

1958 yılına gelindiğinde Adalet Bakanı Esat Budakoğlu, 4 yıl içinde basın suçundan 238 gazetecinin mahkûm olduğunu açıklayacaktır.

1956 yılında, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine de kısıtlama getirilir. Çıkarılan bir kanun ile siyasal partilerin, seçim propaganda devresi dışında açık hava toplantısı yapmaları yasaklanır. Kapalı toplantılar da yörenin en büyük mülkiye amirinin iznine bağlanır. Nasıl da benziyorlar değil mi?

Suç sayılan toplantıların dağıtılması için polise “hedef gösterilmeksizin” ateş açabilme yetkisi sağlanır. Yasaya aykırı hareket edenler 3 ay ile 3 yıl arasında hapis ve muhtelif para cezalarına çarptırılabileceklerdir.

DP’nin yasakçı tutumu toplumun ve muhalefetin aşırı tepkilerine neden olmaktadır. TBMM’nin 27 Haziran 1956 günlü oturumunda İsmet İnönü kürsüye çıkar. Konuşma esnasında DP Sivas Milletvekili Nurettin Ertürk oturduğu yerden laf atar ve “Vatandaşın hak ve özgürlüğü lafı senin ağzına yakışmıyor İsmet Paşa.” der. İsmet İnönü’nün tarihe geçen cevabı şöyledir: “Aramızdaki farkı bilelim, biz mutlakiyetten bugüne geldik. Siz ise bugünden mutlakiyete gidiyorsunuz.”

Devam edecek…

Tülay Hergünlü

31 Ocak 2023

BENZER HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK HABERLER

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

ÇANAKKALE’DE BÜYÜK YANGIN

ÇANAKKALE’DE BÜYÜK YANGIN

27. İDA KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ

27. İDA KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ

CUMHURİYET MEYDANINA YENİ BİR DOKUNUŞ, YENİ BİR SOLUK…

CUMHURİYET MEYDANINA YENİ BİR DOKUNUŞ, YENİ BİR SOLUK…

https://www.burasicanakkale.com ©  2000  - Bütün hakları Saklıdır.