15 Şubat 2023 - 13:09
1237 Kişi OkumuşYüzyılın felaketi ve Hatay (1)
Yüzyılın felaketi “ikili deprem” ne yazık ki Türkiye’mizi vurdu.. Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli iki deprem; Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Malatya, Gaziantep, Kilis, Adıyaman, Hatay olmak üzere toplam on ilimizi vurdu. Ülkemizin Güneydoğu’su, neredeyse Almanya büyüklüğünde bir bölgemiz âdeta yerle bir oldu. Bu yazının yazıldığı saatlerde kaybettiğimiz canlarımızın sayısı 35 bini aştı. Daha binlercesinin enkaz altında olduğu tahmin ediliyor.
Çifte depremde en fazla etkilenen illerimiz Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman ve Hatay oldu. Her bir ilimiz bizim için çok ama çok değerli ancak Hatay bir başka özelliğe sahip; çünkü Hatay bize Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetidir. O büyük ruhun Hatay için verdiği mücadeleyi kısaca hatırlayalım.
Osmanlı’nın İskenderun Sancağı olan Hatay, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırları dışında kalmıştır. Fransa, Hatay’ı elinden kaçırmamak için türlü zorluklar çıkarmaktadır. Atatürk ise daha Lozan görüşmeleri esnasında Hatay meselesini kafasına koymuştur; zira konuyla ilgili bir olay kendisini fazlasıyla etkilemiştir.
Lozan görüşmelerinin kesildiği bir sırada, Gazi Mustafa Kemal’in Adana’ya gelmesini fırsat bilen iki yüz kişilik bir heyet siyahlar giymiş olarak ve ellerinde; “Gazi Baba Bizi Kurtar” ibareli bir yazı ile Atatürk’ün karşısına çıkar. Bu durum karşısında çok etkilenen Atatürk, orada bulunanlara şu tarihî sözünü söyler; “Kırk asırlık Türk yurdu, düşman elinde esir kalamaz!” Bu söze güvenen heyet Hatay’a geri döner. Atatürk ise Ankara’ya geri döndükten sonra Hatay’ın kurtarılması çalışmalarına hız verir.
1937 yılında Türkiye, Hatay konusunda Fransa ve Birleşmiş Milletler Cemiyeti’nin nezdinde bir dizi girişimlerde bulunmuştu. Hatay’ın Suriye’den ayrı bir statüye kavuşması gerçekleştirilmiş ancak tam olarak Türkiye’ye bağlanması sağlanamamıştı. Fransa, Hatay halkının Türkiye’ye bağlanma isteğini her defasında geri çevirmekte, türlü engeller çıkartmaktaydı. Bu durum karşısında sabrı taşan Atatürk, Ocak 1938’de Cumhuriyet Gazetesi’nde, Yunus Nadi Bey’in imzasını taşıyan bir yazı yayınlatır. Âdeta bir ültimatom (kesin uyarı) niteliği taşıyan yazıda Atatürk, Fransa’ya şöyle seslenmektedir:
“İş, Fransa’nın yeni Türkiye hakkında yoğun bilgisizliğine bırakılsa, Hatay anlaşmazlığından dolayı milletlerarası, olmadık ve beklenmedik olaylar çıkması işten bile değildir. Fransa’nın Suriye’deki sömürge memurları olanca kuvvet ve gayretleri ile buna hizmet etmektedirler… Yeni Türkiye’yi Suriye’deki sömürge memurlarından öğrenen bugünkü Fransa, Türkiye’nin askerini, kudretini yine o zavallı ve yukardan konuşan sömürge memurlarından aldığı bilgiyle ölçüp biçmekte olacak. Suriye’deki sömürge memurları nereden bilsinler ki yeni Türkiye İskenderun, Antakya ve havalisini yalnız 24 veya 48 saatte ekstra millî kuvvetlerle işgal edebilir ve onlar nasıl takdir eylesinler ki aynı kuvvetlerle bütün Suriye’nin işgali de nihayet çok sınırlı bir zaman meselesidir. Ama denilecek ki bu Fransa ile bir savaştır, bunu Türkiye ister mi? Açık söyleyelim ki istemez fakat mecbur olduğu zaman bunu böyle yapabileceğinden emindir ve icap ederse bütün dünyaya karşı koymaya hazırdır… Fransa bu açıklamamızdan sonra da Türk dostluğunu sömürge memurlarının manasız düşünceleri ile kaybetmekte bir sakınca görmemek yolunda devam ederse, bu takdirde sorumluluk artık bütünüyle Fransa’ya ait olacaktır.”
Hükümet, Fransızlarla bir savaşa sürükleniriz diye korkmaktadır. Hasan Rıza Bey bu durumu Atatürk’e söyler. Atatürk güler ve şöyle der;
“Çocuk, biz istesek bile Fransızlar Hatay için bizimle bir savaşa girerler mi hiç? Görmüyorlar mı ki bugün Fransa’nın bizzat anavatanı büyük tehlikelerle sarılı bir haldedir… Ben son yolculuğumu bilerek askerî bir harekâtın başlangıcı gibi düzenledim. Bunu da her memlekete mensup ajanlarla dolu bir otelde başlattım. Bu ciddi bir uyarıdır. Yani çocuk ben bu hareketi memleketi savaşa sokmak için değil, tersine bir savaştan kurtarmak için yaptım.”
Hasan Rıza Bey yine; “Ama efendim, karşı taraf hakkı teslim etmemekte ısrar eder ve silaha sarılmaktan başka çare kalmazsa ne yaparız?” der. Bunun üzerine Atatürk;
“…Hatay’a şahsi davam olarak bakıyorum. Sözünü ettiğin bir durumda tutacağım yolu çoktan kararlaştırmış bulunuyorum. Cumhurbaşkanlığından, milletvekilliğinden istifa edeceğim, serbest bir Türk vatandaşı olarak, bu işte çalışan arkadaşlarla birlikte Hatay topraklarına geçeceğim. Bildiğin gibi bunun emin yolları var. Oradaki mücahitlerle ve anavatandan kaçıp bize katılacak kuvvetlerle sorunu yerinde ve içten halledeceğim. İsterse Türkiye hükümeti beni ve arkadaşlarımı asi ilan eder, hakkımızca soruşturma da açar. Ben Fransızların Suriye ve Lübnan’a kolayca bağımsızlık vereceklerini sanmıyorum. Biz hareketimizi oralara da yayarak Suriye ve Lübnan’ın gerçek bağımsızlıklarını da sağlayabiliriz. Ama göreceksin dava yakında istediğimiz gibi çözülecektir!” der ve sözlerini şu cümleyle bitirir: “Öyle sanıyorum ki sabrımızın tükendiğini anladılar.”
Atatürk, Kurun Gazetesi sahibi Asım Us’a da arka arkaya beş yazı dikte ettirir. Son yazı şöyle bitmektedir:
“Davasında haklı olan Türkiye’dir. Türk’ün sözüne uymamak, onu tanımamak, onu hiçe saymak, buna cesaret gösterenlerin, düşünmedikleri bir akıbetle karşılaşacaklarına asla şüphe edilemez.”
Birleşmiş Milletler Konseyi şemsiyesi altında Cenevre’de görüşmeler yeniden başlar. Konsey, Hatay’ın Suriye’den ayrı bir varlık olduğunu, bağımsızlığını onaylar. (27 Ocak 1937)
Tülay Hergünlü
14 Şubat 2023
…………………………………………………………………………………………………..
Yüzyılın felaketi ve Hatay (2)
Mustafa Kemal Atatürk; “Yapamam! Hepimiz Müslümanız! Yemin ederim ki, namusum üzerine söylerim ki (Hatay’ı) bırakmam! Çok temenni ederim ki, Fransız hükümeti aklını başına toplasın. Namusum üzerine söylüyorum bırakmam. Kendileri bilirler!”
Atatürk, ağır hastalığına rağmen, Hatay konusundaki mücadelesinden asla vazgeçmez. 29 Ekim 1937’de katıldığı son Cumhuriyet Balosu’nda, Fransız Büyükelçisine: “…Büyük Meclis’in kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay’ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getiremezsem onun huzuruna çıkamam!” diyerek, bu davaya bütün benliğini adadığını tüm dünyaya ilan eder.
Fransa, Milletler Cemiyeti kararlarına uymamakta, zorluklar çıkarmaya devam etmektedir. Hatay’ın bağımsızlığının ilanını bir türlü gerçekleştirmez. Türkiye, Fransa’ya Milletler Cemiyeti kararlarına sadık kalması için bir nota verir. 1926’da imzalanan dostluk anlaşmasının da yeniden düzenlenmesi talebi ile feshedildiğini bildirir. Türk gençleri İstanbul Beyazıt Meydanı’nda büyük bir miting düzenleyerek Fransa’yı protesto ederler. Bunun üzerine Milletler Cemiyeti, Hatay sorununun, 1938 yılının Ocak ayında görüşüleceğini duyurur.
Milletler Cemiyeti, ilan ettiği gibi Ocak ayında, Hatay meselesini görüşür ve Türkiye’yi haklı bulur. Ancak Fransa her türlü engellemelerine devam etmektedir. Atatürk bu duruma daha fazla katlanamaz ve Güney’e gitmeye karar verir. Hastalığı ilerlemiştir. Doktorların uyarılarını dinlemez. Amacı hem Fransa’ya gözdağı vermek hem de yabancı ajanslarda yer alan hastalık haberlerini yalanlamaktır. 19 Mayıs 1938 günü önce Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda gençlik törenlerini izler; ertesi gün de Mersin ve Adana’yı içine alan gezisine çıkar.
Atatürk, Mersin ve Adana’da kısa bir askerî tören düzenlenmesi emrini verir. Kendisi de törenleri, dimdik ve vakur bir görünüşle ayakta izler. Hastadır, çabuk yorulmakta ve bazen ayakta durmakta zorlanmaktadır; ancak, Hatay’dan vazgeçmeye hiç niyeti yoktur. Hatay’dan gelenler de Atatürk’ü öyle dimdik, ayakta görünce rahatlarlar ve sevinçle Hatay’a geri dönerler. Onlar sevinçlidir; ancak Atatürk, Hatay uğruna sağlığını ciddi şekilde tehlikeye atmıştır. Avrupa’da savaş çıkma ihtimali yüksektir ve Hatay sorunu çözülmeden savaş çıkmasından endişelidir. Hükümete şu tavsiyede bulunur:
“Fransızlara güvenim kalmadı. Ne yapmak lazım gelirse bir an önce yapılmalı, Türk Hatay Devleti, Milletler Cemiyeti’nin kararına uygun şekilde kurulmalı, emniyet altına alınmalı!”
Haziran ayında Savarona Yatı’nda, Atatürk’ün başkanlığında Bakanlar Kurulu toplanır. Bu, Atatürk’ün başkanlığındaki son Bakanlar Kurulu’dur. Konu, Hatay’dır. Atatürk, alınacak önlemler arasına iki bin kişilik bir Kuva-yı Milliye ile Hatay’a girilmesi kararını da ekletir.
Fransa, Atatürk’ün mesajını almıştır. Hatay’da seçimler yapılır ve Abdurrahman Melek, Hatay Valisi olur. Böylece yönetim Türklere bırakılır. İskenderun’da sembolik bir Türk birliğinin bulundurulması da kabul edilir. Fransızlar bu kez de Türk askerinin sayısı konusunda sıkıntı çıkarırlar. Türk heyetinin başında bulunan Asım Gündüz, Türk askerinin sayısının Fransızlar ile aynı sayıda olması konusunda Atatürk’ten kesin emir aldığını söyler. Uzun tartışmalardan sonra Atatürk, “Kabul edin” mesajı gönderir. Ardından da “… Bize kim taarruz edecek? Fransızlar mı? Sınırda bekleyen kuvvetlerimiz en geç iki saat içinde olay yerine yetişir ve bütün bölgeyi işgal ederler!” der.
Nihayet 2/3 Temmuz gecesinde anlaşma imzalanır. Binbaşı Süleyman Bey komutasındaki iki bin dört yüz kişilik Türk birliği 5 Temmuz’da, “Yaşasın Atatürk!”, “Yaşasın ordu!”, “Yaşasın Türkiye!” haykırışları arasında Hatay’a girer. 2 Eylül 1938’de Hatay Millet Meclisi açılır, devlet başkanlığına Tayfur Sökmen seçilir. Devletin adı “Hatay Devleti” olarak kabul edilir. Hatay Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kanunlarının tamamını kabul eder. (Ne yazık ki tarihî Hatay Meclisi binası da çifte depremde yıkıldı.)
Hatay Devleti’nin bayrağının şeklini de Atatürk tasarlar. Türk bayrağı ile aynıdır ancak yıldızın ortasında minik bir yıldız daha vardır ve bu yıldızın rengi kırmızıdır. 23 Eylül 1939 günü, bu minik kırmızı yıldız sökülecek ve alttaki beyaz yıldız ortaya çıkartılacaktır. Böylece Hatay bayrağı, Türk bayrağı haline dönüşecektir.
Atatürk, dış politikada asla maceracı değildir. Neyi alıp, neyi alamayacağını, nerede durması gerektiğini bilen bir komutandır. Türkiye’yi harp tehlikesine sokmadan, uzun ve ince bir politika izleyerek Hatay’ın anavatana katılmasını sağlar.
Atatürk’ün vefatından sonra 23 Haziran 1939’da Türkiye ile Fransa arasında yapılan antlaşma ile Hatay, Türkiye’ye bırakılır. 30 Haziran 1939’da Hatay Meclisi, Türkiye’ye katılma kararı alır. 7 Temmuz 1939 tarihinde çıkarılan bir kanunla da yeni Hatay ili kurulur. 23 Temmuz 1939’da Pazar günü saat 11.40’ta yapılan anavatana katılış töreninde, Antakya kışlasından Fransız bayrağı indirilerek Türk Bayrağı çekilir.
***
2011 yılından itibaren Suriye’de çıkan iç savaş nedeniyle milyonlarca Suriyeli, Türkiye’ye sığınmıştır. Kontrolsüz bir şekilde ülkenin dört bir yanına dağılan Suriyeli nüfus, özellikle de Hatay’da yerli nüfusu geçebilecek boyutlara ulaşmıştır. 2022 yılında Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş, “Hatay’ın nüfusu 1 milyon 670 bin. Resmi verilere göre 500 bin civarında Suriyeli var. Ama gayri resmi sayı 800 binin üzerinde. Yaklaşık her iki kişiden biri Suriyeli. Hatay’daki doğumların yüzde 75’ini Suriyeli kadınlar yapıyor. Yeni doğan her 4 çocuktan 3’ü Suriyeli. Suriyelilere vatandaşlık, seçme ve seçilme hakkı verilmesi büyük hata oldu. Böyle giderse biz azınlığa düşeceğiz. 12 yıl sonra Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Suriyeli olacak. Toprak almaları yasak ama Türk ortakları üzerinden ara senediyle sürekli toprak alıyorlar. Uyarıyorum, Hatay gidiyor.” diyerek yetkilileri uyarmak zorunda kalmıştır. (Basın)
İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi emekli Tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu, Hatay konusunda sık sık uyarılarda bulunmakta ve şunları söylemektedir: “Göçmenlerle Hatay’ın huzuru bozuldu. Deprem felaketiyle en büyük kaybı verdi. Hatay, Akdeniz’in giriş kapısı, önemli ticaret-ulaşım noktasıdır ve stratejik önemdedir. Sayısız uygarlıkların, tüm inanç ve kültürlerin kardeşçe yaşadığı Hatay, ekonomik zenginliği de barındıran bir Medeniyetler kentidir. Demografik yapının değişmesi Hatay’ın kaybıdır. Özellikle sınır kentlerine tek göçmen bile kabul edilmemesi, sınır kentlerinde yabancılara mülk satışının durdurulması, demografik yapının değişiminin önlenmesi için sınır kentlerinde toprağını terk eden yurttaşlarımıza her türlü destek verilerek dönmelerinin sağlanması gerekmektedir.”
Bu depremin jeopolitik sonuçlara da yol açacağını belirten Babüroğlu; “Sevr Antlaşması hayaliyle yaşayan güçlerin istediği devletin kuruluşunu hızlandırabilir. Kıbrıs’ta, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı gelişmeler olabilir. Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin NATO üyeliği ivme kazanabilir.” demektedir.
Hatay Atatürk’ün, Türk milletine en son hediyesidir. Bu nedenle de Hatay, Mustafa Kemal Atatürk’ü “Hatay Şehidi” olarak anmaktadır.
Eğer yerli halk Hatay’dan göçe mecbur bırakılırsa yerleri “doldurulur” ve Hatay elimizden gidebilir.
Hatay artık Türk milletinin her ferdinin şahsi meselesidir.
Bunu o büyük şehidimize ve tüm şehitlerimize borçluyuz…
Tülay Hergünlü
İstanbul, 20 Şubat 2023
BENZER HABERLER
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK HABERLER